korfezforum.zforum.biz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Hz Muhammedin Hayatı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
SaGoPa_KaJMeR
Admin
Admin
SaGoPa_KaJMeR


Mesaj Sayısı : 188
Rep : 16
Kayıt tarihi : 01/08/09
Yaş : 30
Nerden : Balıkesir/Edremit/iskele

Hz Muhammedin Hayatı Empty
MesajKonu: Hz Muhammedin Hayatı   Hz Muhammedin Hayatı Icon_minitimePaz Ağus. 02, 2009 11:32 am

Hz Muhammedin Hayatı Hzoc3


-HZ. MUHAMMED (S.A.S.)´İN HAYATI-

Hz. Muhammed (s.a.s.) Mekke'de doğdu. 40 yaşında Peygamber oldu. 23 yıllık Peygamberlik hayâtının 13 yılı Mekke'de, 10 yılı da Medine'de geçti. Medine'de 63 yaşında vefât etti. Bu sebeple:

Hz. Muhammed (s.a.s.) 'in hayâtı (571-632):

a) Peygamberliğinden Önceki Hayâtı (571-610),

b) Peygamberlik Devri (610-632) olmak üzere iki kısma ayrılır.

Peygamberlik devri de:

a) Mekke devri (610-622)

b) Medine devri (622-632)

olarak iki döneme ayrılır.

Bu sebeple Siyer ve İslâm Târihi ile ilgili kitaplarda, Rasûlullah (s.a.s.)'in hayâtı, "Peygamberlikten (Bi'setten) öncesi" ve "Peygamberlik devri" diye iki devreye ayrılarak incelenmiştir. Peygamberlikten önceki hayatını da:

1- Çocukluk devresi (8 yaşına kadar olan süre),

2- Gençlik çağı (8-25 yaşına kadar olan devre),

3- Evlilik dönemi (25-40 yaşı arasındaki devre) olmak üzere genellikle üç bölüme ayırmışlardır.

Peygamber olduktan sonra, "Mekke Devri"nde geçen olayları incelerken, târihbaşı olarak, Peygamberliğin (Nübüvvetin) l. 2. veya 5 inci yılı gibi, Nübüvvetin başlangıcını; "Medine devri" olaylarında ise,-Hicretin, 1., 2. veya 3 üncü yılı şeklinde Rasûl–i Ekrem (s.a.s.)'in Hicret olayını esâs almışlardır.

-HZ.MUHAMMED (S.A.S)´İN PEYGAMBERLİKTEN ÖNCEKİ HAYÂTI-

" Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik".

(el-Enbiyâ Sûresi, 107)


l
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://korfezforum.yetkin-forum.com
SaGoPa_KaJMeR
Admin
Admin
SaGoPa_KaJMeR


Mesaj Sayısı : 188
Rep : 16
Kayıt tarihi : 01/08/09
Yaş : 30
Nerden : Balıkesir/Edremit/iskele

Hz Muhammedin Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz Muhammedin Hayatı   Hz Muhammedin Hayatı Icon_minitimePaz Ağus. 02, 2009 11:32 am

-HZ.MUHAMMED (S.A.S)´İN PEYGAMBERLİKTEN ÖNCEKİ HAYÂTI-

" Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik".

(el-Enbiyâ Sûresi, 107)


l- HZ. MUHAMMED (S.A.S)'İN ÇOCUKLUK DÖNEMİ

1- DOĞUMU:

Hz. Muhammed (s.a.s.) Milâddan sonra 571 senesi, Fil Yılı'nda, 12 Rebiülevvel (20 Nisan) pazartesi gecesi sabaha karşı, Mekke'nin doğusunda bulunan "Hâşimoğulları Mahallesi"nde, babasından kendisine mirâs kalan evde doğdu. Arapların takvim başı olarak kullandıkları "Fil Vak'ası", Peygamberimiz (s.a.s.)'in doğumundan 52 gün kadar önce olmuştu.(18)

Abdülmuttalib, torununun doğumu şerefine verdiği ziyâfette çocuğun adını soranlara:

"Muhammed adını verdim. Dilerim ki, gökte Hakk, yeryüzünde halk, O'nu hayırla yâdetsinler..." cevâbını verdi. Annesi de "Ahmed" dedi. (Muhammed, üstünlük ve meziyetleri anılarak çok çok övülüp senâ edilen; Ahmed de Cenab-ı Hakk'ı yüce sıfatları ile öven, hamdeden kimse demektir.(19) İslâm târihçileri, Peygamberimiz (s.a.s.)'in doğduğu gece bir takım olağanüstü olayların meydana geldiğini naklederler. O gece İran Kisrâsı (Hükümdarı)'nın Medâyin şehrindeki sarayının 14 sütûnu yıkılmış, mecûsîlerin İran'da Istahrâbat şehrinde bin yıldan beri yanmakta olan "ateşgede"leri sönmüş, Sâve (Taberiyye) gölü yere batmış, bin yıldan beri kurumuş olan Semâve deresi'nin suları taşmış, mecûsîlerin büyük bilgini Mûdibân korkunç bir rüya görmüş, Kâbe'deki putların yüz üstü devrildikleri görülmüştü. Gerçekten O'nun doğması ile bütün dünyada hüküm sürmekte olan cehâlet ve küfür ateşi sönmüş, putperestlik yıkılmış, zulmün baskısı son bulmuştur.


2- SOYU (NESEBİ)

Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.s.)'in babası, Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah; annesi ise Vehb'in kızı Âmine'dir. Babası Abdullah, Kureyş Kabîlesinin Hâşimoğulları kolundan, annesi Âmine ise Zühreoğulları kolundandır. Her ikisinin soyu, bir kaç batın yukarıda, "Kilâb"da birleşmektedir. Her ikisi de Mekke'lidir.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, Hz.İbrâhim'in büyük oğlu Hz. İsmâil'in neslindendir. Soyu Adnân'a kadar kesintisiz bellidir.(20) Adnân ile Hz.İsmâil arasındaki batınların sayısında neseb bilginleri ihtilâf etmişlerdir.(21)

Peygamber (s.a.s.) Efendimizin soyu, çok temiz ve çok şerefli bir neseb zinciridir. Bir hadisi şerifte Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

"Ben devirden devire, (nesilden nesile, âileden âileye) seçilerek intikal eden Âdemoğulları soylarının en temizinden naklolundum, sonunda içinde bulunduğum 'Hâşimoğulları' âilesinden neş'et ettim", buyurmuştur.(22)

Diğer bir hadisi şerifte bu seçilme işi şöyle anlatılmıştır.

"Allah, Hz İbrâhim'in oğullarından Hz. İsmâil'i, İsmâiloğullarından Kinâneoğullarını, Kinâneoğullarından Kureyşi, Kureyşden Hâşimoğul-larını, Hâşimoğullarından da beni seçmiştir." (23)

Bir başka hadis-i şerifinde de Rasûl–i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Allah beni, dâima helâl babaların sulbünden, temiz anaların rahmine naklederek, sonunda babamla annemden ızhâr etti. Âdem'den, anne-babama gelinceye kadarki nesebim içinde nikâhsız birleşen olmamıştır". (24)

Hz. Muhammed (s.a.s.)'in doğumundan iki ay kadar önce babası Abdullah, Suriye seyâhatinden dönerken Yesrib (Medine)'de hastalanarak 25 yaşında vefât etmiş ve orada defnedilmişti. Peygamberimiz (s.a.s.)'e, babasından mirâs olarak beş deve, bir sürü koyun, doğduğu ev ve künyesi Ümmü Eymen olan Habeşli Bereke adlı bir câriye kalmıştır.(25)


3- HZ. MUHAMMED (S.A.S.) SÜT ANNE YANINDA

Başlangıçta çocuğu (3 veya 7 gün) annesi Âmine emzirdi.(26) Sütü yetmediği için, daha sonra amcası Ebû Leheb'in azatlı câriyesi Süveybe tarafından emzirildi.(27)

Fakat Hz. Muhammed (s.a.s.)'in devamlı süt annesi Hevâzin Kabîlesinin Sa'doğlulları kolundan Halîme oldu.

Mekke'nin havası ağır olduğu için, Mekkeliler yeni doğan çocuklarını çölden gelen süt annelere verirlerdi. Çöl ikliminde çocuklar hem daha gürbüz yetişiyor, hem de bozulmamış (fasih) Arapça öğreniyorlardı. Hz. Muhammed (s.a.s.)'de bu âdete göre süt annesi Halîme'ye verildi. Halîme, yetim bir çocuğu emzirmenin kârlı bir iş olmayacağı düşüncesiyle, başlangıçta tereddüt göstermişse de, daha sonra bu çocuğun evlerine uğur ve bereket getirdiğini görmüş ve O'nu öz çocuklarından daha çok sevmiştir. Süt kardeşi Şeyma da bakımında annesine yardımcı olmuştur.(28)

Hz.Muhammed (s.a.s.) süt annesi ve süt kardeşleri ile sonraki yıllarda dâima ilgilenmiştir. Halîme kendisini ziyârete geldiği zaman onu "anacığım" diyerek karşılamış, altına elbisesini yayarak, saygı göstermiştir.(29)

Hz. Muhammed (s.a.s.) dört yaşına kadar, süt annesinin yanında çölde kaldı. Dört yaşında Halîme çocuğu Mekke'ye götürerek annesine teslim etti. İslâm târihçileri, bu esnada "şakk-ı sadr" (göğüs açma) olayının meydana geldiğini, çocukta görülen bu gibi olağanüstü hallerin Halîme'yi endişelendirdiğini, bu yüzden çocuğu annesine teslime mecbûr kaldığını naklederler.(30)


4- MEDİNE ZİYÂRETİ

Hz. Muhammed (s.a.s.) dört yaşından altı yaşına kadar, öz annesi Âmine ile kaldı, O'nun şefkat ve ihtimâmı ile yetişip büyüdü. Altı yaşında iken, babasının Medine'de bulunan kabrini ziyâret etmek üzere, annesi ve sadık hizmetçileri Ümmü Eymen'le beraber Medine'ye gittiler. Medine'deki akrabaları Neccâroğullarında bir ay kadar misâfir kaldılar. Dönüşte, Medine'nin 23 mil güneyinde Ebvâ Köyü'nde Âmine hastalandı.(31) Henüz doğmadan babasından yetim kalmış olan Hz. Muhammed (s.a.s.) altı yaşında iken annesinden de öksüz kalıyordu. Bu acıyı bütün varlığı ile hisseden anne, oğlunu şefkat dolu gözlerle süzdü. Bağrına basıp uzun uzun öptü. Masûm yüzüne bakarak

"Her yeni eskiyecek, her fâni yok olup gidecek,

Ben de öleceğim, fakat buna gam yemem,

Namımı ebedi kılacak hayırlı bir halef bırakıyorum..." anlamına bir şiir söyledi. Bu sözlerden sonra vefât etti.(32)

Annesinin ölümünden sonra çocuğu Ümmü Eymen Mekke'ye götürüp dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti.

Altı yaşından sekiz yaşına kadar, çocuğa dedesi Abdülmuttalib baktı. Abdülmuttalib seksen yaşını geçmiş bir ihtiyârdı. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz sekiz yaşında iken dedesi de öldü. Ölürken, on oğlu içinden Hz. Muhammed (s.a.s.) Efendimizin yetiştirilmesini, öz amcası Ebû Tâlib'e bıraktı.(33/1)

Yıllar sonra, Hicret'in 6'ıncı yılı Hudeybiye Barışı dönüşünde Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz, annesinin kabrini ziyâret edip, teessürle gözyaşı döktü.

Annemin bana olan şefkatini hatırlayarak ağladım, buyurdu. (33/2)


BİR GECE

Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,

Kumdan, ayın ondördü bir Öksüz çıkıverdi!

Lâkin, o ne hüsrândı ki: Hissetmedi gözler;

Kaç bin senedir, halbuki bekleşmedelerdi!

Nerden görecekler? Göremezlerdi tabiî

Bir kerre, zuhûr ettiği çöl, en sapa yerdi.

Bir kerre de, mâmûre-i dünyâ, o zamanlar.,

Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.

Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;

Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!

Fevzâ bütün âfâkına sarmıştı zemînin.

Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.

Derken büyümüş, kırkına gelmişti ki Öksüz,

Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!

Bir nefhada insanlığı kurtardı O Mâsum,

Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi!

Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;

Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi, geberdi!

Âlemlere rahmetti, evet, şer–i mübîni,

Şehbâlini, adl isteyenin yurduna gerdi.

Dünya neye sâhipse, O'nun vergisidir hep;

Medyûn O'na cem'iyyeti, medyûn O'na ferdi.

Medyûndur O mâsûm'a bütün bir beşeriyyet...

Yârab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.


Mehmed Âkif ERSOY



(18) Siyer ve İslâm Târihi müellifleri, Rasûlüllah (s.a.s.)'in doğumunun Rebiülevvel ayında bir pazartesi günü sabaha karşı olduğunda genellikle ittifak etmişlerse de, ayın kaçıncı günü olduğu konusunda birleşememişlerdir.

Rasûlüllah (s.a.s.) 1 Rebiülevvel 11 H./27 Mayıs 632 M. târihine rastlayan Pazartesi günü öğleden sonra vefât etmiştir. (Bkz. Tecrid Tercemesi,9/298 ve 11/5-6) Sahih hadislerde, Peygamber (s.a.s.) Efendimiz'in 63 yaşında vefât ettiği belirtilmiştir (Bkz. Tecrid Tercemesi, 9/298, Hadis No. 1442 ve 11/33, Hadis No.1671)

Rasûlüllah (s.a.s.)'in, Hz. Mâriye'den olan oğlu İbrâhim'in vefât ettiği gün, güneş tutulmuştu. (Bkz. Buhârî, 2/29-30; Tecrid Tercemesi, 3/428, Hadis No. 547) Mısır'lı Muhammed Felekî Paşa, yaptığı hesaplama ve araştırma sonucu, bu tutulma olayının, Milâdi 632 yılının 7 Ocak günü saat 8.30'a rastladığını tesbit etmiştir. Rasûlüllah (s.a.s.)'in vefâtı, 1 Rebiülevvel 11 H/27 Mayıs 632 M. Pazartesi günü olduğuna göre, Muhammed Felekî Paşa bu tarihten 63 kameri yıl geri giderek, Rasûlüllah (s.a.s.)'in doğumunun 9 Rebiülevvel/20 Nisan 571 veya 2 Rebiülevvel/13 Nisan 571 pazartesi olması gerektiği sonucuna varmıştır. (Bkz. Asr-ı Saadet 1/191).

(19) Peygamberimizin en meşhûr ve Kur'an-ı Kerim'de geçen isimleri; "Muhammed" ve "Ahmed"dir. Muhammed (s.a.s.) ismi Kur'ân-ı Kerîm'de 4 yerde (Âl-i İmrân Sûresi 144, Ahzâb Sûresi 40, Muhammed Sûresi 2 ve Fetih Sûresi 19); Ahmed ismi ise 1 yerde (Saf Sûresi, 6) geçmektedir.

Fetih Sûresinde bu ism–i şerif, ayrıca "Rasûlüllah" olarak vasıflanmıştır. Saf Sûresinin 6. âyetinde ise:

"Meryem oğlu İsâ: Ey İsrâiloğulları! Doğrusu ben, benden önce indirilen Tevrât'ı tasdik edici, benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygemberi de müjdeleyici olarak, Allah'ın size gönderilmiş bir peygemberiyim demişti..." buyrulmuştur.

Bu ayet-i celilede Hz. İsâ'nın, kendinden sonra "Ahmed" adında bir peygamberin geleceğini müjdelediği bildirilmektedir.

Bugün elimizde, Hz. İsâ'ya indirilen İncil'in orjinal nüshası bulunmayıp, ondan çok sonraki târihlerde kaleme alınmış muharref nüshalar bulunduğundan Hz. İsâ tarafından verilen bu müjdenin aslını bugünkü İncillerde aynen bulmak mümkün olmamaktadır. Ancak Yunanca'dan Türkçe'ye çevrilen Yuhanna İncili'nin 14. babı'nın 26 âyeti şöyledir:

"Baba'dan size göndereceğim "Tesellici", "Babadan çıkan hakikat Ruhu geldiği zaman benim için o şehâdet edecektir."

Burada geçen "Tesellici" kelimesi, İncilin Yunancasında "Faraklit" dir. İncil'in eski Arapça tercemelerinde bu kelime "Hammâd" veya "Hâmid" olarak terceme edilmiştir. Nitekim bir kısım Hıristiyan bilginleri de bu kelimeyi "Hammâd, yani çok hamd eden kimse olarak açıklamışlardır ki aşağı yukarı "Ahmed" anlamındadır.

İncil'deki "Faraklit" kelimesini "Tesellici" diye terceme etmiş de olsalar, Hz. İsâ ile Hz. Muhammed (s.a.s.) arasında bilinen bir peygamber bulunmadığına ve günümüze kadar da zuhûr etmediğine göre, Hz. İsâ'nın gönderileceğini bildirdiği "Tesellici" veya "Faraklit" Rasûlüllah (s.a.s.) den başka kim olabilir? (Bkz. Tecrid Tercemesi, 9/291-293, Hadis No: 1439 ve izâhı.)

Buhârî'nin Cübeyr b. Mut'ım'den rivâyetine göre, Hz. Peygamber (s.a.s)'in eski kutsal kitaplarda, eski ümmetlerce bilinen üç adı daha vardır: Mâhi, Hâşir, Âkıb. Bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Bana âit beş yüce isim vardır. Ben Muhammed ve Ahmed'im. Ben Mâhi'yim, ki Allah benim (nübüvvetim)le küfrü izâle edecektir. Ben Hâşir'im ki (kıyamet gününde) insanlar benim ardımdan haşrolunacaklardır. Ben Âkib'im, Çünkü peygamberlerin sonuyum. (Buhârî 4/11;Tecrid Tercemesi, 9/291, Hadis No: 1439; Müslim, 4/1827, Hadis No: 2354. Rasûlüllah (s.a.s.)'in diğer isimleri için bkz. Tecrid Tercemesi, 9/291-294 ve 10/43)

(20) Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Adnân'a kadar kesintisiz bilinen nesebi sırasıyla şöyledir: Abdullah, Abdülmuttalib, Hâşim, Abdümenâf, Kusayy, Kilâb, Mürre, Kâab, Lüey, Galib, Fihr (Kureyş), Mâlik, en-Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike, İlyâs, Mudar, Nizâr, Meadd, Adnân, (el-Buhârî, 4/238; İbn Hişâm, 1/1-2)

Annesinin nesebi de şöyledir: Vehb, Abdümenâf, Zühre, Kilâb, Mürre... Görüldüğü üzere her iki tarafın nesebi Kilâb'da birleşmektedir. (İbn Hişam, 1/115)

(21) Aynî, Umdetü'l-Karî, 8/54; Tecrid Tercemesi, 10/43; Asr-ı Saâdet, 1/178-179

(22) El-Buhârî, 4/166; Tecrid Tercemesi, 9/316 (Hadis No: 1454) ve 10/44

(23) Müslim, 4/1782 ( Hadis No: 2276); Tirmizi, 5/583 (Hadis No: 3605); Tecrid Tercemesi 10/44

(24) Bkz. İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2/255-256, Tecrid Tercemesi, 10/44;

Târih-i Din-i İslâm, 2/5

(25) Asr-ı Saâdet, 1/187

(26) Târih-i Din-i İslâm, 2/16

(27) İbnü'l-Esir, el-Kâmil, 1/459; İbn Sa'd, Tabakat 1/108

(28) İbnü'l-Esir, a.g.e., 1/460

(29) Mansur Ali Nâsıf, et-Tâc, 5/6, Kahire, 1382/ 1962 (Ebû Dâvud'dan)

(30) Bkz. İbn Hişâm, 1/174; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 461-462; Hamîdullah, İslâm Peygamberi 1/40

Rasûlüllah (s.a.s.)'in hayatında şakk-ı sadr olayı bir kaç defa olmuştur. İlki, süt annesi Halîme'nin yanında iken meydana gelmiştir. Melekler, göğsünü açıp, "işte şeytanın sendeki nasibi" diyerek bir pıhtı çıkarıp atmışlardır. (Müslim, 1/147 K. İmân B. 74, Hadis No: 261). İlk vahyin gelişinden önce de, vahyin ağırlığına dayanabilmisi için, şakk-ı sadr olayının tekrarlandığı rivâyet edilmiştir. Mirâc mucize'sinden önce de Cebrâil (a.s.) Rasûlüllah (s.a.s.)'in göğsünü açıp "zemzem suyu" ile yıkadıktan sonra imân ve hikmet doldurmuştur. (Tecrid Tercemesi, 2/227, Hadis No: 227 ve izâhı)

(31) İbn Hişâm, 1/177; Tecrid Tercemesi, 4/699

(32) Târih-i Din-i İslâm, 2/23; Tecrid Tercemesi, 2/699

(33/1) Abdülmuttalib'in çeşitli zevcelerinden 10 oğlu ve 6 kızı vardı. Bunlar içinde Hz. Ali'nin babası Ebû Tâlib ile Peygamberimiz (s.a.s)'in babası Abdullah ana baba bir kardeşti. (Asr-ı Saâdet 1/ 197; Târihi-i Din-i İslâm, 2/27)

Oğulları: Abbâs, Hamza, Abdullah, Ebû Tâlib (asıl adı Abdimenâf) Zübeyr, Hâris, Hacl, Mukavvim, Dırar, Ebû Leheb (asıl adı Abduluzza) dır. Kızları ise: Safiyye, Ümmü Hakim el- Beyda, Âtike, Ümeyme, Eravâ, Berre. (İbn Hişâm, 1/113)

(33/2) İbn Sa'd, et-Tabakat, 1/116-117; Tecrid Tercemesi, 4/683

Kelime Açıklamaları:

Hasrân: Sapıklık, aldanma-Mamûre-i dünya: Dünyada insanların yaşadığı yerler, kalkınmış ülkeler-Beter: daha kötü-Beşer: İnsan cinsi, bütün insanlar-Dişsiz: (burada) güçsüz, zayıf, kimsesiz-Fevza: Kargaşa, anarşi-Âfak: Ufuklar-Ufuk: Uzaklara bakıldığında yeryüzünün gökyüzüyle birleşmiş gibi görünen yeri-Zemin: Yeryüzü. Şark: Doğu ülkeleri-Tefrika: Fikir ayrılığı-Nefha: Üfürme-Mâsûm: Günahsız-Hamle: Atılma, saldırma-Kayser: Bizans imparatorlarına verilen ünvan-Kisrâ: İran hükümdarlarına verilen ünvan-Acz: Güçsüzlük- Zevâl: Yok olma-Şer'i mübin: İslâm dini-Şehbal: kanat, kanattaki uzun tüyler-Adl: adalet-Medyûn: Borçlu-Beşeriyyet: İnsanlık-Mahşer: Kıyâmette insanların toplanacağı yer-Haşretmek: Kıyâmet günü insanları dirildikten sonra mahşerde toplamak.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://korfezforum.yetkin-forum.com
SaGoPa_KaJMeR
Admin
Admin
SaGoPa_KaJMeR


Mesaj Sayısı : 188
Rep : 16
Kayıt tarihi : 01/08/09
Yaş : 30
Nerden : Balıkesir/Edremit/iskele

Hz Muhammedin Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz Muhammedin Hayatı   Hz Muhammedin Hayatı Icon_minitimePaz Ağus. 02, 2009 11:33 am

II- HZ. MUHAMMED (S.A.S.)´İN GENÇLİK DÖNEMİ-

1- EBÛ TÂLİB'İN HİMÂYESİ

Peygamberimizin hayâtının sekiz yaşından yirmibeş yaşına kadar olan dönemine "gençlik devresi" denilir. Bu devrede Rasûlullah (s.a.s.) amcası Ebû Tâlib'in yanında, onun himâyesi altında bulunmuştur.

Ebû Tâlib, zeki ve âlicenâb bir zâtdı. Zengin olmamakla beraber, asâleti ve âlicenâplığı sebebiyle herkesten saygı görüyordu. Yeğeni Hz. Muhammed'i çok seviyor, hiç yanından ayırmıyordu.


2- SEYÂHATLERi

a) Şam Seyâhati

Mekke iklimi zirâate elverişli olmadığından, Mekkeliler ticâretle uğraşırlar, çocuklarını da ticârete alıştırırlardı. Ticâret için kervanlarla, yazın Şam'a, kışın Yemen'e seyâhet ederlerdi. Ebû Tâlip de diğer Mekkeliler gibi kervan ticâreti yapıyordu. Bir defasında Şam'a giderken, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e amcasından ayrılmak zor geldi; kendisini de yanında götürmesini istedi. Ebû Tâlib çok sevdiği yeğenini kırmadı. O'nu da kafileyle beraberinde götürdü. Bu esnâda henüz oniki yaşındaydı.

Şam'ın 90 km. kadar güneyinde Busrâ (Eski Şam) denilen kasabada "Bahîra" adında bir Hıristiyan râhibi vardı. Kasabaya uğrayan kervanlarla hiç ilgilenmediği halde, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in içinde bulunduğu kervanı karşılayarak bütün kafileye bir ziyâfet verdi. Bahîra okuduğu kutsal kitaplardan edindiği bilgilerle, Hz Muhammed (s.a.s.)'in simâsından, O'nun istikbâlini sezmişti. O'nunla konuştu. Sorular sordu. Aldığı cevâplar, kanâatini kuvvetlendirdi. Şam yolculuğunun bu çocuk için tehlikeli olacağını düşündü. Ebû Tâlib'e:

-"Bu çocuk son Peygamber olacaktır. Şam Yahûdîleri içinde O'nun alâmet ve vasıflarını bilen kâhinler vardır. Tanırlarsa, ihânet ve kötülüklerinden korkulur. Bu çocuğu Şam'a götürmeyiniz..."dedi. Bu sözler üzerine Ebû Tâlib Şam'a gitmekten vazgeçti. Alışverişini burada bitirip, geri döndü.(34)

Son Peygamberin geleceği ve O'nun bir çok vasıfları Tevrât ve İncil'de bildirilmişti. Bu sebeple, Yahûdî ve Hristiyan bilginleri, O'nun alâmetlerini ve vasıflarını biliyorlardı. Hicretten sonra Müslüman olan Medineli Yahûdi âlimi Abdullah İbn Selâm'ın "Tevrat'ta Hz. Muhammed (s.a.s.) ve Hz. İsa (a.s.)'ın sıfatları vardır" dediğini, "Kütüb-i Sitte" denilen altı güvenilir hadis kitabından Tirmizi'nin es-Sünen'inde rivâyet edilmiştir."(35)

Gülünç Bir İddiâ

Hz. Muhammed (s.a.s.)'in 12 yaşında yaptığı bu seyâhatta râhip Bahîra ile görüşmesini, bazı Hıristiyan yazarlar, Hıristiyanlığın bir zaferi gibi göstermek istemişler, Peygamberimiz (s.a.s.)'in bütün dinî esasları bu râhipten öğrendiğini iddia etmişlerdir.

Bu iddia son derece gülünç ve tutarsızdır. Oniki yaşındaki bir çocuğun, İslâm gibi mükemmel bir dinin esaslarını bir kaç saatlik görüşme esnâsında öğrenmesi mümkün değildir. Bu râhip bu esasları bilseydi, kendisi tebliğ ederdi. Eğer burada böyle bir konu konuşulsaydı, kafilenin gözü önünde yapılan bu konuşma ağızdan ağıza yayılırdı. Peygamberliğini ilân ettiği zaman inanmayanlar, "bunlar Bahîra'nın sözleri" demezler miydi? Üstelik İslâmiyet, Hıristiyanların "teslis" (üçlü tanrı sistemi) inancını tamâmen reddetmiş "Tevhid inancını" getirmiştir. Görüldüğü üzere, bu iddia son derece çürük ve çirkin bir iftirâdan başka bir şey değildir.

b) Yemen Seyâhati

Hz. Muhammed (s.a.s.) 17 yaşında iken de, diğer bir ticâret kafilesi ile amcalarından Zübeyr ve Abbâs'la birlikte Yemen'e gidip gelmiştir.(36)


3- FİCÂR SAVAŞINA KATILMASI

Müslümanlıktan önce (Câhiliyet Döneminde) Araplar arasında iç savaşlar eksik olmazdı. Yalnızca "Eşhür-i hurum" denilen dört ayda savaşmak haram sayılırdı. Bu dört ayda (Zilka'de, Zilhicce, Muharrem, Receb) savaş yapılacak olursa fâcirane sayıldığı için buna "Ficâr Savaşı" denirdi.

Kureyş kabîlesi ile Hevâzin kabîlesi arasında kan davası yüzünden bir savaş başlamış, dört yıl sürmüştü. Savaş, kan dökülmesi haram olan aylarda da devâm ettiği için "Ficâr Savaşı" denildi.

Peygamberimiz (s.a.s.) yirmi yaşlarında iken bu savaşa amcaları ile birlikte katıldı. Fakat kimseye ok atmamış, kimsenin kanını dökmemiştir. Sâdece karşı taraftan atılan okları toplayıp, amcalarına vermiştir.(37)


4- HILFU'L-FUDÛL CEMİYETİNDE ÜYELİĞİ

Uzun süren Ficâr savaşı esnâsında Mekke'de âsâyiş bozulmuş, can ve mal güvenliği kalmamıştı. Özellikle dışarıdan mal getiren yabancıların malları yağmalanıyordu.

Vâil oğlu Âs, Mekke'ye gelen Yemen'li bir tâcirin bütün malını gasbetmiş, haksız olarak elinden almıştı. Yemen'li, Ebû Kubeys dağına çıkarak uğradığı haksızlığa karşı, bütün kabîleleri yardıma çağırdı. Yemenlinin bu feryâdı üzerine Peygamberimiz (s.a.s.)'in amcası Zübeyr, Kureyşin bütün ileri gelenlerini çağırdı. Hâşimoğulları, Zühreoğulları, Esedoğulları, Temimoğulları, Abdülluzzaoğulları, Zübeyrin dâvetine icâbet ederek, Beni Temîm'den Cüd'ân oğlu Abdullah'ın evinde toplandılar."Mekke'de zulmü önlemeğe yerli-yabancı hiç kimseye karşı haksızlık ettirmemeğe" karar verdiler. Haksızlığa uğrayan kimselere yardım edeceklerine yemin ettiler. Yemenlinin hakkını Âs'tan alıp geri verdiler. Mekke'de âsâyişi yoluna koydular.

Vaktiyle, Cürhümîler zamanında Fadl b. Hâris,, Fudayl b. Vedâa ve Mufaddal b. Fedâle isimlerinde üç kabîle başkanı, kabîleleri ile toplanarak,"Mekke'de zulme meydan vermeyeceğiz, zayıfların hakkını adâlet üzere alacağız..."(38) diye yemin etmişlerdi. Onların bu yeminlerine "Hılfu'l-fudûl" (Fadılllar yemini) denilmişti. Cüd'ân oğlu Abdullah'ın evinde aynı konuda yapılan yemine de bu sebeple "Hılfu'l-fudûl" denildi.

Peygamberimiz (s.a.s.) 20 yaşında iken bu toplantıda amcaları ile beraber üye olarak bulundu. Bu cemiyetin çalışmalarından son derece memnun kaldığını Peygamberliğinden sonra: "İslâm'da da böyle bir cemiyete cağrılsam, yine icâbet ederim", sözleriyle ifâde etmiştir.(39)




(34) Bkz. et-Tirmizi, es-Sünen, 5/590-591 (Hadis No: 3620); İbn Hişâm, 1/91-194; İbnü'l-Esîr,a.g.e., 2/37

(35) et-Tirmizi, 5/588, (Hadis No:3617)

(36) Târih-i Din-i İslâm, 2/33

(37) İbn Hişâm, 1/198

(38) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/41

(39) İbn Hişâm 141-142; Tarih-i Din-i İslâm, 2/ 36; Tecrid Tercemesi, 7/101
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://korfezforum.yetkin-forum.com
SaGoPa_KaJMeR
Admin
Admin
SaGoPa_KaJMeR


Mesaj Sayısı : 188
Rep : 16
Kayıt tarihi : 01/08/09
Yaş : 30
Nerden : Balıkesir/Edremit/iskele

Hz Muhammedin Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz Muhammedin Hayatı   Hz Muhammedin Hayatı Icon_minitimePaz Ağus. 02, 2009 11:33 am

-III- HZ. MUHAMMED (S.A.S.)´İN EVLİLİK DÖNEMI-

1- TİCÂRET HAYÂTI

Bütün Mekke'liler gibi Hz. Muhammed (s.a.s.) de amcasıyle birlikte ticâret yapıyordu. Gerek çocukluğunda, gerekse ticâret hayâtında, dürüstlüğü ile tanınmıştı. Sözünde durmadığı, yalan söylediği, başkalarına zarar verecek bir davranışta bulunduğu, bir kimseyi incittiği asla görülmemiş; dürüstlüğü dillere destan olmuştu. Bu yüzden Mekke'liler O'na "el-Emîn" (her konuda güvenilir kişi) diyorlardı. O'nun bu yüksek ahlâkını öğrenen Kureyşin zengin kadınlarından Hatice, kendisine sermâye vererek ticâret ortaklığı teklif etti. Böylece Peygamber (s.a.s.) ile Hatice arasında ticâret ortaklığı başladı.


2- HZ. HATİCE İLE EVLENMESİ

Kureyşin Esed oğulları kolundan Huveylid kızı Hatice zeki, dirâyetli, şeref ve asâlet sâhibi, 39-40 yaşlarında zengin ve güzel bir hanımdı. Daha önce iki defa evlenmiş ve dul kalmıştı. Kureyşin ileri gelenlerinden pek çok isteyenler olmuş, fakat hiç biri ile evlenmemişti. Güvendiği kimselere sermâye vererek ticâret ortaklığı yapıyor, böylece servetini artırıyordu. Yüksek ahlâk ve âli-cenâblığı sebebiyle, kendisine Müslümanlıktan önce "Tâhire" denildiği gibi, sonra da "Haticetü'l-Kübra" denilmiştir.

Hz. Hatice bir ticâret kafilesiyle Peygamberimiz (s.a.s.)'i Şam'a gönderdi. Kölesi Meysere'yi de hizmetine verdi. Fakat Hz. Peygamber (s.a.s.) Şam'a kadar gitmedi; malları Busra'da satarak geri döndü. Çünkü Bahîra'nın ölümünden sonra yerine geçen Râhip Nestûra da, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Şam'a gitmesini uygun bulmamıştı.(40)

Üç ay kadar sonra, Hz. Muhammed (s.a.s.) beklenilenin çok üzerinde kazanç elde ederek döndü. Hz. Hatice, bu büyük insanın emniyet, dürüstlük ve gayretine hayran oldu. Daha sonra araya vasıtalar girdi; evlenmeleri kararlaştırıldı. Bu esnâda Hz.Muhammed (s.a.s.) 25, Hz Hatice ise 40 yaşlarındaydı.(41)

Nikâh, Hatice'nin amcazâdesi, Varaka oğlu Nevfel tarafından Hz. Hatice'nin evinde kıyıldı. Ebû Tâlib ile Varaka birer hitâbede bulunarak, her iki âilenin üstünlük ve meziyetlerini dile getirdiler.(42) Esâsen, Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Hz. Hatice'nin nesebleri Kusayy'da birleşir. Hz. Hatice'ye 20 dişi deve mehir verildi.(43) Nikâhtan sonra develer kesilerek dâvetlilere ziyâfet çekildi.

Evlenmelerinden sonra, Hz. Muhammed (s.a.s.), Hz. Hatice'nin evine geçti. Örnek ve mutlu bir âile yuvası kurdular. Hz. Hatice, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e derin bir saygı ve sevgi ile bağlıydı. Peygamberliğinden önce olduğu gibi, Peygamberlik devrinde de en büyük yardımcısı oldu. Yüksek ve eşsiz ruhlu bir hanım olduğunu gösterdi.

Peygamberimiz (s.a.s.)'de ondan son derece memnundu. O devirde çok evlilik âdet olduğu ve bir çok teklifler aldığı ve aralarında yaş farkı da bulunduğu halde, onun üzerine evlenmedi; ölümünden sonra da onu hep hayırla andı.


3- HZ. PEYGAMBER (S.A.S)'İN ÇOCUKLARI

Peygamberimiz (s.a.s.)'in Hz. Hatice'den ikisi erkek, dördü kız olmak üzere sırasıyla, Kaasım, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah adlarında altı çocuğu oldu. Arablarda ilk çocuğun adı ile künyelendirme âdet olduğundan Hz.Peygamber (s.a.s.)'e de "Ebü'l-Kaasım" denildi. Kaasım ile Abdullah küçük yaşta öldüler. Kızları büyüdüler. Fakat Fâtıma'dan başka hepsi de babalarından önce vefât ettiler. Yalnız Fâtıma, Peygamber (s.a.s.)'in vefâtından sonra altı ay daha yaşadı.

Rasûl-i Ekrem (s.a.s), kızlarının en büyüğü Zeyneb'i Ebu'l-Âs ile evlendirdi. Ebü'l Âs, Müslüman olmadığı için, Zeyneb'in hicretine izin vermemişti. Bedir Savaşında esir düştü. Zeyneb'i Medine'ye göndermek şartı ile serbest bırakıldı. Daha sonra Müslüman olarak Medine'ye geldi. Zeyneb'i tekrar aldı.(44)

Rukiyye ile Ümmü Gülsüm'ü, amcası Ebû Leheb'in oğullarından Utbe ve Uteybe ile evlendirmişti. İslâmiyetten sonra Ebû Leheb, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e olan düşmanlığı sebebiyle oğullarına eşlerini boşamaları için baskı yaptı. Onlar boşadıktan sonra, Rasûlullah (s.a.s.) Rukiyye'yi Hz. Osman'la evlendirdi. Rukiyye'nin ölümünden sonra da Ümmü Gülsüm'ü nikâhladı. Bu yüzden Hz. Osman'a "iki nûr sâhibi" anlamına "Zi'n-nûreyn" denildi.

En küçük kızı Fâtıma'yı ise Hz. Ali ile evlendirdi. Hasan ve Hüseyin, Hz. Fâtıma'nın çocuklarıdır. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in nesli, Hz. Fâtıma ile devâm etmiştir.

Peygamberimiz (s.a.s.)'in Mısırlı eşi Mâriye'den de İbrâhim adlı bir oğlu olmuş, fakat Hicretin 10'uncu yılında henüz iki yaşına girmeden ölmüştür.

4- KÂBE'NİN TÂMİRİNDE HAKEMLİĞİ (605 M.)

Hz. İbrâhim ve Hz. İsmâil tarafından yapılmış olan Kâbe, geçen uzun asırlar içinde yağmur ve sel suları ile harabolmuş, tâmir edilmesi gerekmişti.

Kureyşliler, Kâbe binasını yıkarak, yeniden yapmaya karar verdiler. Yardımlar toplandı, gerekli malzeme temin edildi. Hz. İbrâhim'in yaptığı temele kadar yıkarak, duvarları yeniden örmeğe başladılar. Ancak; "Hacer-i Esved"i yerine koyma sırası gelince anlaşamadılar. Kureyş'in bütün kolları, bu şerefin kendilerine âit olmasını istiyordu. Anlaşmazlık dört gün sürdü, kan dökülmek üzereydi ki,(45) Kureyş'in en ihtiyarı Ebû Ümeyye veya Huzeyfe b. Muğîre"Harem kapısından ilk girecek zâtın hakem yapılarak, onun vereceği karara uyulmasını" teklif etti.(46) Bu teklif kabul edildi. Az sonra kapıdan Hz. Muhammed (s.a.s) girmişti. Buna o kadar sevindiler ki, "el-Emîn, el-Emîn, O'nun hakemliğine râzıyız..." diye bağrıştılar.Yanlarına gelince, durumu anlattılar.

Hz. Muhammed (s.a.s.), üzerine Hacer-i Esved-i koyduğu yaygının uçlarını Kureyşin ulularına tutturdu; hep berâber, konulacağı yere kadar taşıdılar. Hz. Peygamber (s.a.s.)'de taşı alıp yerine yerleştirdi. Anlaşmazlığın bu şekilde çözümlenmesi herkesi memnûn etti. Böylece büyük bir felâket önlenmiş oldu.(47)

Bu olay, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in zekâ ve dirâyeti yanında, O'nun Mekkeliler arasındaki sonsuz itibâr ve güvenini de göstermektedir. Bu esnâda Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) 35 yaşında idi.

Kâbe'nin tâmirinde Hz. Peygamber (s.a.s.) de bizzât çalışmış, taş taşımış, hatta bu yüzden omuzları yara olmuştu. Bir defa, amcası Abbâs'ın sözüne uyarak, taş acıtmasın diye elbisesini omuzuna topladığında vücûdu açılıverince baygın halde yere düşmüştü. Rasûlullah (s.a.s.) o andan sonra hiç üryân görülmemiştir.(48)




(40) İbnü'l-Esîr, el-Kâmil 2/39

(41) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/39

(42) Her iki hutbenin metin ve tercemeleri için bkz. Târih-i Din-i İslâm, 2/ 47-48

(43) İbn Hişâm, 1/201. Beşyüz altın veya beşyüz dirhem.. gibi rivâyetler de vardır.

(44) Ebûl-Âs ile ilgili daha geniş bilgi için, bkz. Tecrid Tercemesi, 2/373-376, (Hadis No: 313'ün izâhı)

(45) Abdü'd-dâroğulları, ellerini bir çanaktaki kana batırarak, "kanımız dökülmedikçe, bu konuda kimse bizim önümüze geçemez" diye yemin etmişlerdi. (Tarih-i Din-i İslâm, 2/55)

(46) Târihi-i Din–i İslâm, 2/55

(47) Bkz. İbn. Hişâm, 1/209; İbnü'l-Esir, a.g.e., 2/45; Tecrid Tercemesi, 6/40-44

(48) el-Buhârî, 1/96; Tecrid Tercemesi, 2/240, Hadis No. 237 ve 6/48
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://korfezforum.yetkin-forum.com
SaGoPa_KaJMeR
Admin
Admin
SaGoPa_KaJMeR


Mesaj Sayısı : 188
Rep : 16
Kayıt tarihi : 01/08/09
Yaş : 30
Nerden : Balıkesir/Edremit/iskele

Hz Muhammedin Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz Muhammedin Hayatı   Hz Muhammedin Hayatı Icon_minitimePaz Ağus. 02, 2009 11:34 am

-HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'İN-

Hz. Muhammed (s.a.s.) 40 yaşında Peygamber oldu. 23 yıllık Peygamberlik devresinin 13 yılı Mekke'de, 10 yılı Medine'de geçti. Bu itibârla Peygamberlik devresinin:

a) Nübüvvet'den Hicret'e kadar devâm eden 13 yıllık süresine "Mekke Devri" (610- 622);

b) Hicretten vefâtına kadar olan 10 yıllık süresine de "Medine Devri" (622-632) denir.
özlemm isimli üye çevrimiçidir (Online) Alıntı ile Cevapla
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://korfezforum.yetkin-forum.com
SaGoPa_KaJMeR
Admin
Admin
SaGoPa_KaJMeR


Mesaj Sayısı : 188
Rep : 16
Kayıt tarihi : 01/08/09
Yaş : 30
Nerden : Balıkesir/Edremit/iskele

Hz Muhammedin Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz Muhammedin Hayatı   Hz Muhammedin Hayatı Icon_minitimePaz Ağus. 02, 2009 11:35 am

MEKKE DEVRİ-

İKİNCİ KISIM

HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'İN

PEYGAMBERLİK DEVRİ (610-632)

Hz. Muhammed (s.a.s.) 40 yaşında Peygamber oldu. 23 yıllık Peygamberlik devresinin 13 yılı Mekke'de, 10 yılı Medine'de geçti. Bu itibârla Peygamberlik devresinin:

a) Nübüvvet'den Hicret'e kadar devâm eden 13 yıllık süresine "Mekke Devri" (610- 622);

b) Hicretten vefâtına kadar olan 10 yıllık süresine de "Medine Devri" (622-632) denir.

BİRİNCİ BÖLÜM

MEKKE DEVRİ


I- HZ.MUHAMMED (S.A.S.)'İN PEYGAMBER OLUŞU


1- HİRA'DA İNZİVÂ

Eskiden beri Mekke'deki hanîf ve zâhitler, recep ayında inzivâya çekilirlerdi. Her biri, Mekke'nin 3 mil (bir saat) kuzeyinde Hira (Nûr) dağında bir köşeye çekilir, tefekküre dalardı. (49)

40 yaşlarına doğru Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kalbinde de bir yalnızlık sevgisi belirdi. O da Hira (Nûr) Dağında bir mağaraya çekilip, günlerce orada kalıyor, Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz kudret ve azametini düşünerek O'na ibâdet ediyordu. Giderken azığını da berâberinde götürüyor, bitince evine dönüyor, sonra tekrar gidiyordu. Böylece Cenâb-ı Hakk, O'nu büyük vazifesine hazırlıyordu. Zaman zaman "Sen Allah elçisisin..." diye kulağına sesler geliyor, fakat etrafta hiç bir şey göremiyordu.(50)

Hz. Muhammed (s.a.s.)'e ilâhi vahyin başlangıcı, sâdık rüyâlar şeklinde oldu. Gördüğü her rüya, olduğu gibi çıkıyordu. (51) Bu hâl, altı ay kadar devam etti.


2-İLK VAHY

610 yılı Ramazan ayının(52) Kadir Gecesinde,(53) ridâsına bürünüp Hira'daki mağarada düşünmeye dalmış olduğu bir sırada, bir sesin kendisini ismi ile çağırmakta olduğunu duydu. Başını kaldırıp etrafına baktı; kimseyi göremedi. Bu sırada her tarafı ansızın bir nûr kaplamıştı; dayanamayıp bayıldı. Kendisine geldiğinde karşısında vahiy meleği Cebrâil'i gördü. Melek O'na:

-"Oku" Dedi. Hz. Muhammed (s.a.s.):

-"Ben okuma bilmem", diye cevap verdi. Melek, Hz. Muhammed (s.a.s.)'i kucaklayıp güçsüz bırakıncaya kadar sıkdı.

-"Oku" diye emrini tekrarladı. Hz. Muhammed (s.a.s.) yine:

-"Ben okuma bilmem..." cevâbını verdi. Melek emrini tekrarlayıp üçüncü defa Hz. Peygamber (s.a.s.)'i sıktıktan sonra "el-Alak" Sûresi'nin ilk beş âyetini okudu.

"Yaratan Rabb'ının adıyle oku. O, insanı alak'tan (aşılanmış yumurtadan) yarattı. Oku, kalemle (yazmayı) öğreten, insana bilmediğini belleten Rabb'ın sonsuz kerem sahibidir." (El-Alak Sûresi, 1-5).

Meleğin arkasından Hz. Peygamber (s.a.s.)'de bu âyetleri tekrarladı. Heyecanla mağaradan çıkarak evine geldi. Yolda ilerlerken gök yüzünden bir sesin:

"Ya Muhammed. Sen Allah'ın elçisisin, Ben de Cibril'im" dediğini duydu. Başını kaldırdığı zaman, Cebrâil'i gördü.(54) Korku içinde evine vardı. Eşi Hz. Hatice'ye:

"Beni örtünüz, çabuk beni örtünüz" dedi. Bir müddet dinlenip heyecânı geçtikten sonra gördüklerini Hz. Hatice'ye anlattı, kendimden korkuyorum, dedi. Hz. Hatice, O'nu şu ölmez sözlerle teselli etti.

"Öyle deme. Allah'a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk hiç bir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen , akrabanı gözetirsin. İşini görmekten âciz kimselerin ağırlıklarını yüklenirsin, Fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Misâfiri ağırlarsın. Hak yolunda zuhûr eden olaylarda halka yardım edersin..." (55)


3- VARAKA'NIN SÖZERİ

Hatice daha sonra Hz. Peygamber (s.a.s.)'i amcazâdesi Nevfel oğlu Varaka'ya götürdü. Varaka hanîflerdendi. Tevrât ve İncil'i okumuş, İbrânî dilini ve eski dinleri bilen bir ihtiyardı. Varaka Peygamberimiz (s.a.s.)i dinledikten sonra:

-"Müjde sana yâ Muhammed, Allah'a yemin ederim ki sen Hz. İsâ'nın haber verdiği son Peygambersin. Gördüğün melek, senden önce Cenâb-ı Hakk'ın Musâ'ya göndermiş olduğu Cibril'dir. Keşki genç olsaydım da, kavmin seni yurdundan çıkaracağı günlerde sana yardımcı olabilseydim... Hiç bir Peygamber yoktur ki, kavmi tarafından düşmanlığa uğramasın, eziyet görmesin..." (56) dedi. Aradan çok geçmeden Varaka öldü.

(49) Tarih-i Din-i İslâm, 2/60

(50) İbn Hişâm, 1/250

(51) el-Buhârî, 1/3; Tecrid Tercemesi, 1/3 (Hadis No:3); İbn Hişâm, 1/249-250

(52) Bkz. el- Bakara Sûresi, 185

(53) Bkz. el- Kadr Sûresi, 1

(54) İbn Hişâm, 1/253

(55) Bkz. el-Buhârî, 1/3; Tecrid Tercemesi, 1/3-10. (Hadis No:3)

(56) Bkz. el-Buhârî, 1/3;Tecrid Tercemesi, 1/3-10. (Hadis No:3)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://korfezforum.yetkin-forum.com
SaGoPa_KaJMeR
Admin
Admin
SaGoPa_KaJMeR


Mesaj Sayısı : 188
Rep : 16
Kayıt tarihi : 01/08/09
Yaş : 30
Nerden : Balıkesir/Edremit/iskele

Hz Muhammedin Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz Muhammedin Hayatı   Hz Muhammedin Hayatı Icon_minitimePaz Ağus. 02, 2009 11:35 am

-II- NEBÎLİK VE RASÛLLUK-

Şüpheziz, seni biz, şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik".

(Fetih Sûresi, Cool

İlk vahiy'den sonra, kısa bir süre vahyin arkası kesildi.(57) Bir gün Hz. Peygamber (s.a.s.) Hira'dan dönerken, bir ses işitti. Başını kaldırıp semâya bakınca, kendisine daha önce Hira'daki mağarada gelen meleği gördü. Korku ve heyecân içinde evine döndü.

"Hemen beni örtünüz, beni örtünüz." dedi. Bu esnada Cebrâil, el-Müddessir Sûresinin ilk âyetlerini getirdi.

"Ey örtüsüne bürünen (peygamber). Kalk, (insanları) azâb ile korkut. Rabb'ının adını yücelt (Namaz'da tekbir getir.) Elbiseni temiz tut. Kötü şeyleri terket." (el-Müddessir Sûresi, 1-5).

İlk vahiy ile Hz. Muhammed (s.a.s.) "Nebî" olmuş, henüz başkalarına "Hak Dini" tebliğ ile görevlendirilmemişti. Bu ikinci vahiy ile "Risâlet" verildi. Hak Dini tebliğ ile görevlendirildi. Ancak açık dâvet emredilmedi.

1- İSLÂMDA İLK İBÂDET

İslâmda Allah'a imândan sonra ilk farz kılınan ibâdet, namazdır. İkinci vahiy ile el-Müddessir Sûresinin ilk âyetlerinin indirilmesinden sonra, Mekke'nin üst yanında bir vâdide, Cibril (a.s.), Rasûlullah (s.a.s.)'e gösterip öğretmek için abdest almış, peşinden Cibril'den gördüğü şekilde Rasûlullah (s.a.s.) de abdest almıştır.

Sonra Cibril (a.s.) Hz. Peygamber (s.a.s.)'e namaz kıldırmış ve namaz kılmayı öğretmiştir.(58)

Eve dönünce Rasûlullah (s.a.s.) abdest almayı ve namaz kılmayı eşi Hz. Hatice'ye öğretmiş, o da abdest almış ve ikisi birlikte cemâatle namaz kılmışlardır.


2- İLK MÜSLÜMANLAR

"İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır."

(Vâkıa Sûresi, 10)

Hz. Peygamber (s.a.s.)'e ilk imân eden ve O'nunla birlikte ilk defa namaz kılan kişi, eşi Hz. Hatice oldu. Daha sonra evlâtlığı Hârise oğlu Zeyd.(59) ve amcasının oğlu Hz. Ali Müslüman oldular.


a ) Hz. Ali'nin İslâm'ı Kabûl Etmesi

Ebû Tâlib, Hz. Muhammed (s.a.s.)'i, 8 yaşından 25 yaşına kadar evinde barındırmış O'nu öz çocuklarından daha çok sevmişti. Evliliğinden sonra Hz. Muhammed (s.a.s.), eşi Hz. Hatice'nin evine geçmiş ve maddî bakımdan refâha kavuşmuştu. (60) Ebû Tâlib'in âilesi ise pek kalabalıktı. Peygamberimiz (s.a.s.) amcasının sıkıntısının biraz azalması için 5 yaşından itibâren Ali'yi yanına almıştı. Bu yüzden Ali, Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanında kalıyordu.(61)

Hz. Ali, Peygamberimiz (s.a.s.) ile Hz. Hatice'yi namaz kılarken görünce, bunun ne olduğunu sordu. Peygamber Efendimiz, O'na Müslümanlığı anlattı. O da Müslümanlığı kabûl etti. Bu esnâda Hz. Ali henüz on yaşlarında bir çocuktu.


b) Hz. Ebû Bekir'in Müslüman Olması

Hz. Muhammed (s.a.s.)'in yakın ve en samîmi dostu olan Ebû Kuhâfe oğlu Ebû Bekir, Kureyş kabîlesi'nin Teymoğulları kolundandır. Baba ve anne tarafından soyu, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in soyu ile Mürre'de birleşir.

Hz. Ebû Bekir'in Mekke'de Kureyş arasında büyük bir itibârı vardı. Zengin ve dürüst bir tüccârdı. Aralarındaki güven ve samîmiyet sebebiyle, Peygamberimiz (s.a.s.) âilesi dışındakilerden ilk olarak Hz. Ebû Bekir'i İslâm'a dâvet etti. Hz. Ebû Bekir bu dâveti tereddütsüz kabûl etti. Esâsen, câhiliyet devrinde bile putlara hiç tapmamış, ağzına bir yudum içki koymamıştı. Hz. Ebû Bekir'in Müslüman olmasıyla, Peygamberimiz (s.a.s.) büyük bir desteğe kavuştu. Onun gayret ve delâletiyle, Mekke'nin önemli şahsiyetlerinden Affân oğlu Osmân, Avf oğlu Abdurrahman, Ebû Vakkas oğlu Sa'd, Avvâm oğlu Zübeyr, Ubeydullah oğlu Talha da Müslümanlığı kabûl ettiler. Hz. Hatice'den sonra Müslüman olan bu 8 zata "İlk Müslümanlar" (Sabıkûn-i İslâm) denilir.

(57) İlk vahiy ile ikinci vahiy arasında geçen "fetret-i vahy" süresinin ne kadar devâm ettiğine dâir rivâyetler 15 gün ile 3 yıl arasında değişmektedir. (Bkz. Tecrid Tercemesi, 1/11. Hadis No: 4'ün açıklaması) Olayların seyrine göre, 1-2 aydan daha çok olmaması gerekir. 2-3 yıl gibi uzun süre olduğunu söyleyenler, "gizli dâvet" süresi ile "fetret-i vahy"i ayıramamış olmalıdırlar.

(58) İbn Hişâm, 1/260-261; Tecrid Tercemesi, 2/231, (Hadis No: 227'nin açıklaması); Tâhir Olgun, İbâdet Târihi, 28, İstanbul, 1946

(59) Zeyd, Kudâa kabilesindendi. Küçük yaşta esir edilmiş, köle olarak satılmıştı. Hz. Hatice, evliliklerinden sonra O'nu Hz. Muhammed (s.a.s.)'e hediye etti. Babası Hârise, oğlunu araya araya nihâyet Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yanında buldu. Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisini âzâd ederek babası ile gitmesine izin verdi. Fakat Zeyd, babası ile gitmedi; "babam da sensin, annem de..." diyerek, Hz. Muhammed (s.a.s.)'den ayrılmadı. Hz. Muhammed (s.a.s.)'de onu evlâd edindi. (İbn Hişâm, 1/265), Kur'an-ı Kerîm'de açık olarak adı geçen sahâbî, yalnızca Zeyd'dir. (el-Ahzâb Sûresi, 37) Peygamberimiz (s.a.s.) onu Ümmü Eymen ile evlendirmiş, bu evlilikten meşhûr komutan "Üsâme" doğmuştur. Zeyd, Hicretin 8'inci yılında Mûte Savaşında şehid olmuştur. (Geniş bilgi için bkz. Tecrid Ter. 4/538 - 540, Hadis No: 644)

(60) Bkz. ed-Duhâ Sûresi, 8

(61) Abbas da aynı maksatla Câfer'i yanına almıştı. (Bkz. İbn Hişâm, 1/263)



3- AÇIK DÂVETİN BAŞLAMASI (613-614 M)

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz ilk üç yıl halkı gizlice İslâm'a dâvet etti. Yalnızca çok güvendiği kimselere İslâm'ı açıkladı. (62) Başta Hz. Ebû Bekir olmak üzere, Hak dini kabul etmiş olanlar da, el altından güvendikleri arkadaşlarını teşvik ediyorlardı. Bu üç yıl içinde Müslümanların sayısı ancak 30'a çıkabildi.(63) Bunlar ibâdetlerini evlerinde gizlice yapıyorlardı.

Peygamberliğin dördüncü yılında (614 M.) inen: "Sana emrolunan şeyi açıkca ortaya koy, müşriklere aldırma". (el-Hicr Sûresi, 94) anlamındaki âyet-i celile ile İslâm'ı açıktan tebliğ etmesi emrolundu. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) halkı açıktan İslâm'a dâvete başladı.

Harem-i Şerif'e gidip kendisine inen âyetleri açıktan okuyordu:

"Ey insanlar şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülk (ve hâkimiyetine) sâhip ve kendinden başka hiç bir tanrı olmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın sizin hepinize gönderdiği Peygamberiyim. O halde Allah'a, ümmî nebiy olan Rasûlune-ki O'da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmıştır,- imân edin, O'na uyun ki doğru yolu bulmuş olasınız..." (el-A'raf Sûresi, 158) diyerek onları İslâm'a dâvet ediyordu.

Açık dâvetin başlamasından sonra, halkla daha kolay temas edebilmek için Rasûlullah (s.a.s.), kendi evinden, Safâ ile Merve arasında işlek bir yerde bulunan "Erkam"ın evine taşındı. Bir çok kimse bu evde İslâm'la şereflendiği için bu eve "Dâr-ı İslâm" denildi.(64/1)

4- YAKIN AKRABASINI İSLÂM'A DÂVETİ

"Önce en yakın akrabanı (Allah'ın azâbıyla) korkut" (eş Şuarâ Sûresi, 214) anlamındaki âyet-i celîle inince Rasûl-i Ekrem (s.a.s.), Safâ Tepesi'ne çıkarak:

"Ey Abdülmuttaliboğulları, Ey Fihroğulları, Ey Abdimenâfoğulları, Ey Zühreoğulları..." diyerek bütün akrabasına oymak oymak seslendi. Hepsi toplandıktan sonra:

-"Ey Kureyş cemâati, size "şu dağın eteğinde veya şu vâdide düşman süvârisi var. Üzerinize baskın yapacak desem, bana inanır mısınız?" diye sordu. Hepsi bir ağızdan:

-"Evet, inanırız, çünkü şimdiye kadar senden hiç yalan duymadık, sen yalan söylemezsin..." dediler. O zaman Rasûlullah (s.a.s.):

-"O halde ben size, önümüzde şiddetli bir azâb günü bulunduğunu, Alah'a inanıp, O'na kulluk etmeyenlerin bu büyüyk azâba uğrayacaklarını haber veriyorum... Yemin ederim ki, Allah'tan başka ibâdete lâyık tanrı yoktur. Ben de Allah'ın size ve bütün insanlara gönderdiği Peygamberiyim...(Rasûl-i Ekrem her bir oymağa ayrı ayrı hitâb ederek) Allah'tan kendinizi ibâdet karşılığında satın alarak, azâbından kurtarınız. Bu azâbtan kurtulmanız için, ben Allah tarafından verilmiş hiç bir nüfûza sâhip değilim..."(64/2)

-"Ey Kureyş Cemâati! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanır gibi dirileceksiniz. Kabirden kalkıp Allah divânına varınca, muhakkak dünyadaki bütün yaptıklarınızdan hesâba çekileceksiniz. İyiliklerinizin mükâfâtını, kötülüklerinizin de cezâsını göreceksiniz. "O Mükâfât ebedi Cennet, cezâ da Cehennem'e girmektir..." (65) diyerek sözlerini bitirdi.

Peygamberimiz (s.a.s.)'in bu sözleri, umumi bir muhâlefetle karşılanmadı. Yalnızca Ebû Leheb:

-"Helâk olasıca, bizi bunun için mi çağırdın?" sözleriyle Rasûlullah (s.a.s.)'in gönlünü kırdı. Bunun üzerine onun hakkında:

"Ebû Leheb'in iki elleri kurusun,yok olsun. O'na ne malı ne de kazandığı fayda verdi. Alevli bir ateşe yaslanacaktır O. Boynunda bükülmüş bir ip olduğu halde, karısı da odun hammalı olarak." (Leheb Sûresi, 1-5) meâlindeki sûre-i celîle nâzil oldu.(66)


(62) İbn Hişâm, 1/280

(63) Târih-i Din-i İslâm, 2/145; Bu esnâda Müslümanlık çevrede de yavaş yavaş duyuluyor, ağızdan ağıza yayılıyordu. "Muhammed (s.a.s.) yeni bir din çıkarmış.. Abdülmuttalib'in yetimine gökten haberler geliyormuş... diye alay edenler oluyordu.

(64/1) Târih-i Din-i İslâm, 2/151,

(64/2) Bkz. Riyâzü's-sâlihîn Tercemesi, 1/361, (Hadis No: 327)

(65) el-Buhârî, 3/191 ve 4/161; Tecrid Tercemesi, 8/252-255 (Hadis No: 1170) ve 9/283-289; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, 2/60-61

(66) İbnü'l-Esîr,a.g..e., 2/60-61; Târih-i Din-i İslâm, 2/154
özlemm isimli üye çevrimiçidir (Online) Alıntı ile Cevapla
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://korfezforum.yetkin-forum.com
SaGoPa_KaJMeR
Admin
Admin
SaGoPa_KaJMeR


Mesaj Sayısı : 188
Rep : 16
Kayıt tarihi : 01/08/09
Yaş : 30
Nerden : Balıkesir/Edremit/iskele

Hz Muhammedin Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz Muhammedin Hayatı   Hz Muhammedin Hayatı Icon_minitimePaz Ağus. 02, 2009 11:35 am

-III- MEKKE MÜŞRİKLERİNİN MÜSLÜMANLARA KARŞI DAVRANIŞLARI-

İslâm'ın Mekke'de yayılmaya başlaması ile Mekke halkı iki kısma ayrıldı. l) Müslümanlar, 2) Müslümanlığı kabûl etmeyen müşrikler.

Müşriklerin, Müslümanlara karşı davranışları, sırasıyla beş safha geçirdi: Alay, hakaret, işkence, ilişkileri kesme (boykot), memleketten çıkarma ve öldürme (şiddet politikası).

1- ALAY VE HAKARET DÖNEMİ

Kureyşliler başlangıçta Hz. Muhammed (s.a.s)'in Peygamberliğini önemsememiş göründüler. İmân etmemekle beraber, putlar aleyhine söz söylemedikçe, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in dâvetine ses çıkarmadılar. Yalnızca, Rasûlullah (s.a.s.)'i gördüklerinde, "İşte gökten kendisine haber geldiğini iddia eden..." diyerek eğlendiler. Müslümanları alaya alıp küçümsediler. Böylece "alay devri" başlamış oldu.

Kurân-ı Kerîm, onların bu tutumlarını bize bildirmektedir.

"Suçlular, şüphesiz mü'minlere gülerlerdi. Yanlarından geçtiklerinde, birbirlerine göz kırpıp, kaş işâretiyle istihzâ ederlerdi. Arkadaşlarına döndüklerinde, eğlenerek (neş'e içinde) dönerlerdi. Mü'minleri gördüklerinde, "bunlar gerçekten sapık kimseler" derlerdi. (el-Mutaffifîn Sûresi, 29-32)

Putlarla ilgili, "Siz de; Allah'ı bırakıp tapmakta olduklarınız (putlar) da, hiç şüphesiz Cehennem odunusunuz..." (el-Enbiya Sûresi, 98) anlamındaki âyet-i kerîme inince, müşrikler son derece kızdılar. Artık Müslümanlara düşman olup, hakaret ettiler. Böylece, "hakaret devri" başladı.

Kureyş'in puta tapıcılıkta yararı vardı. Mekke puta tapıcıların merkezi durumundaydı. Kâbe ve civârındaki putları ziyâret için gelenlerle Mekke hergün dolup taşıyor, bu yüzden Kureyş, hem para, hem itibâr kazanıyordu. Mekke'de Müslümanlık yayılırsa bütün bu menfaatler elden gittiği gibi, diğer kabîleler Kureyş'e düşman olabilirlerdi. Üstelik Müslümanlık herkesi eşit sayıyor, soy-sop, asâlet, zenginlik-fâkirlik farkı gözetmiyordu. Bu yüzden Kureyş ileri gelenleri Müslümanlığı kendi çıkarları için tehlikeli gördüler. Müslümanlığın yayılmasını önlemek ve ortadan kaldırmak için her çâreye başvurdular.


2- İŞKENCE DÖNEMİ

a) Kureyş'in Ebû Tâlib'e Başvurması:

Kureyş'in ileri gelenlerinden Utbe b. Rabia, Şeybe b. Rabia, Ebû Cehil, Ebû Süfyan, Velîd b. Muğıra, Âs b. Vâil ve Âs b. Hişâm'dan oluşan bir hey'et Hâşimoğullarının reisi Ebû Tâlib'e gelerek:

"Kardeşinin oğlu ilâhlarımıza hakaret ediyor, dinimizi yeriyor, bizi aptal, dedelerimizi sapık gösteriyor. Ya O bu işten vazgeçsin, yahut sen himâyeden vazgeç de, biz hakkından gelelim..." dediler. Ebû Tâlib onları tatlılıkla savdı.(67) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in eskisi gibi görevine devam ettiğini görünce yeniden Ebû Tâlib'e geldiler.

"Artık sabır ve tahammülümüz kalmadı. Ne olacaksa olsun, iki taraftan biri yok olsun, diğeri kurtulsun..." diye tehdit ettiler. Ebû Tâlib durumun nâzik olduğunu gördü. Bütün Kureyş'e karşı koyamazdı. Yeğeni Hz. Muhammed (s.a.s.)'e durumu anlatarak:

-"Bak oğlum, akraba arasında düşmanlık sokmak iyi olmaz. Sen yine dinine göre hareket et, ama onların putlarını aşağılama, onlara sapık deme. Kendini de , beni de koru, bana gücümün üstünde yük yükleme..." dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.) üzüldü. Artık amcası da kendisini koruyamıyacaktı. Müslümanlar henüz sayıca az ve zayıftı. Mübârek gözleri yaşlarla dolarak:

-"Ey amca, Allah'a yemin ederim ki, onlar sağ elime Güneş'i, sol elime de Ay'ı koysalar, ben yine görevimi bırakmam..." diyerek ayrılmak üzere yerinden kalktı.Yeğeninin gücenmesine dayanamayan Ebû Tâlib:

-"Ey kardeşimin oğlu, istediğini söyle, yemin ederim ki, seni hiç bir zaman, hiç bir şey karşısında himâyesiz bırakacak değilim." dedi.(68) Daha sonra Ebû Tâlib, Hâşimoğullarını toplayarak durumu anlattı ve Kureyş'e karşı âile şerefi adına Hz. Peygamber (s.a.s.)'in korunmasını istedi. Ebû Leheb'den başka bütün âile fertleri, Müslüman olsun, olmasın, bu teklifi kabûl ettiler.(69)


b) Kureyş'in Hz.Peygamber (s.a.s)'e Başvurması

Ebû Tâlib'e yaptıkları mürâcaatlardan bir sonuç alamayınca Kureyş uluları bizzât, Hz. Peygember (s.a.s.)'e geldiler:

-"Yâ Muhammed! Sen soy ve şeref yönünden hepimizden üstünsün. Fakat Araplar arasında, şimdiye kadar hiç kimsenin yapmadığını yaptın; aramıza ayrılık soktun, bizi birbirimize düşürdün. Eğer maksadın zengin olmaksa, seni kabîlemizin en zengini yapalım. Reislik istersen, başkan seçelim. Evlenmek düşünüyorsan, Kureyş'in en asil ve en güzel kadınları ile evlendirelim. Eğer cinlerin kötülüğüne kapılmışsan, seni tedâvî ettirelim. İstediğin her fedakârlığa katlanalım. Bu davâ'dan vazgeç, düzenimizi bozma..." dediler. Rasûlullah (s.a.s.):

-"Söylediklerinizden hiç biri bende yok. Beni Rabb'ım size Peygamber gönderdi, bana kitâp indirdi. Cenâb-ı Hakk'ın emirlerini size tebliğ ediyorum. İmân ederseniz, dünya ve âhirette mutlu olursunuz. İnkâr ederseniz, Cenâb-ı Hak aramızda hükmedinceye kadar sabredip bekleyeceğim. Putlara tapmaktan vazgeçip, yalnızca Allah'a ibadet ediniz...." diye cevâp verdi. (70)

- "Bizim 360 tane putumuz Mekke'yi idâre edemezken bir tek Allah dünyayı nasıl idâre eder..." diyerek gittiler.(71)

"O kâfirler, içlerinden bir uyarıcının (Peygamberin) geldiğine şaştılar. 'Bu yalancı bir sihirbâzdır' dediler. O (Peygamber) bütün ilâhları tek bir Tanrı mı yapmış? Bu cidden şaşılacak birşey... dediler". (Sa'd Sûresi, 4-5).


c) İlk Müslümanların Gördükleri Eza ve Cefalar

Müşrikler, Ebû Tâlib ve Hz. Peygamberle yaptıkları görüşmelerden netice alamayınca Müslümanlara ezâ ve işkenceye başladılar.(72)

Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman gibi kuvvetli ve itibârlı bir âileye mensup olanlara pek ilişemiyorlardı. Fakat kimsesiz, fakir Müslümanlara, özellikle köle ve câriyelere cihân târihinde eşine rastlanmayan vahşet derecesinde işkenceler yapıyorlardı. Ebû Füheyke, Habbâb, Bilâl, Suhayb, Ammâr, Yâsir ve Sümeyye bunlardandı.

Safvân b. Ümeyye'nin kölesi olan Ebû Füheyke, efendisi tarafından her gün ayağına ip bağlanarak, kızgın çakıl ve kumlar üzerinde sürükletilirdi.

Demirci olan Habbâb, kor hâlindeki kömürlerin üzerine yatırılmış; kömürler sönüp kararıncaya kadar, göğsüne bastırılarak kıvrandırılmıştı.

Ammâr'ın babası Yâsir, bacaklarından iki ayrı deveye bağlanıp, develer ters yönlere sürülerek parcalanmış, kocasının bu şekilde vahşice öldürülmesine dayanamayıp müşriklere karşı söz söyleyen Sümeyye, Ebû Cehil'in attığı bir ok darbesiyle öldürülmüştü.(73)

Halef oğlu Ümeyye, kölesi Habeşli Bilâl'i hergün çırılçıplak kızgın kumlar üzerine yatırır, göğsüne kocaman bir taş koyarak güneşin altında saatlerce bırakır; Hz. Peygamber (s.a.s.)'e küfretmesi, Müslümanlığı terk etmesi için ezâ ederdi. Birgün, ellerini ayaklarını sımsıkı bağlayarak boynuna bir ip geçirmiş, sokak çocuklarının eline vererek çıplak vücûdunu kızgın kumlar üzerinde Mekke sokaklarında sürütmüştü. Sırtı yüzülüp kanlar içinde kalan Bilâl, bu durumda yarı baygın halde bile "Ehad, Ehad" (Allah bir, Allah bir) diyordu.(74)

Anne ve babası vahşice öldürülen Ammâr, gördüğü işkencelere dayanamamış, müşriklerin istedikleri sözleri söylemişti. Ellerinden kurtulunca, ağlayarak Hz. Peygamber (s.a.s.)'e durumu anlatmış, Rasûlullah (s.a.s.)'de: "Sana tekrar eziyet ederlerse; kurtulmak için yine öyle söyle" demişti."(75)

Hz. Ebû Bekir, müşrik sâhiplerinin işkencelerinden kurtarmak için, yedi tane Müslüman köle ve câriyeyi büyük bedeller ödeyerek satın alıp âzâd etmişti. Rasûlullah (s.a.s.)'in müezzini Bilâl bunlardandı.(76)

Hâşimîlerden çekindikleri ve Ebû Tâlib'in himayesinde olduğu için önceleri Rasûlullah (s.a.s.)'in şahsına dokunamıyorlardı. Zamanla "mecnûn, falcı, şâir sihirbaz" gibi sözler söylemeğe başladılar. En sonunda fırsat buldukça O'na da hakaret, işkence ve her türlü kötülüğü yapmaktan çekinmediler. Geçeceği yollara dikenler döküyorlar, üzerine pis şeyler atıyorlar, kapısına kan ve pislik sürüyorlar, evinin önüne pislik atıyolardı. Bir defa Harem-i Şerifte namaz kılarken "Ukbe b. Ebî Muayt" saldırıp boğmak istemiş, Hz. Ebû Bekir kurtarmıştı (77) Başka bir zaman, Kâbe'nin yanında namaz kılarken, Ukbe b. Ebî Muayt Ebû Cehil'in teşvikiyle yeni kesilmiş bir devenin iç organlarını, secdeye vardığında üzerine atmış; kızı Fâtıma yetişip üzerindeki pislikleri temizledikten sonra, başını secdeden kaldırabilmişti.(78) Müşriklerin kötülükleri giderek dayanılmaz bir duruma gelmiş. Müslümanlar Mekke'de barınamaz hâle gelmişlerdi.

(67) İbn Hişâm, 1/283-284; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/63

(68) İbn Hişâm, 1/284; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/64; Târih-i Din-i islâm, 2/156

(69) İbn Hişâm, 1/287; Târih-i Din-i İslâm, 2/158

(70) İbn Hîşâm, 1/315-316; Târih-i Din-i İslâm, 2/161

(71) Târih-i Din-i İslâm, 2/163

(72) İbn Hişâm, 1/287

(73) Zâdü'l-Meâd, 2/116; Asr-ı Saâdet, 1/254

(74) Zâdü'l-Meâd, 2/116; Asr-ı Saâdet, 1/253

(75) "Kalbi imânla dolu olduğu halde, zor ve baskı altında olan kimseler dışında, imândan sonra Allah'ı inkâr edip gönlünü küfre açan kimselere Allah katından bir gazap vardır. Büyük azâb da onlar içindir." (en-Nahl Sûresi, 106) anlamındaki âyet-i kerime o olaydan sonra indi.

(76) İbnü'l-Esîr, 2/66-70; Zâdü'l-Meâd, 2/117; Tecrid Tercemesi 6/ H.No 1017'nin izahı.

(77) el-Buharî, 4/240; Tecrid Tercemesi 10/45-48 (Hadis No : 1544); İbnül Esîr, a.g.e. 2/279

(78) el-Buhârî, 1/65; Tecrid Tercemesi, 1/161-164 (Hadis No: 177) ve 2/377-378 (Hadis No: 314); Rasûlüllah (s.a.s.) namazını bitirdikten sonra, üç defa: "Allahım, Kureyş'i Sana havale ediyorum" buyurmuş sonra da orada aralarında gülüşüp istihza etmekte olan Ebû Cehil, Utbe b. Rabia, Şeybe, b. Rabia, Velid b. Ukbe b. Ebî Muayt, Ümeyye b. Halef'i isim isim sayarak, "Allahım, şu güruhu sana havale ediyorum" buyurmuştur. Bunların hepsi de Bedir Savaşında öldürülerek bir çukura atıldılar. Tecrid Tercemesi, 1/161 (Hadis No: 177) ve 10/47-48
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://korfezforum.yetkin-forum.com
SaGoPa_KaJMeR
Admin
Admin
SaGoPa_KaJMeR


Mesaj Sayısı : 188
Rep : 16
Kayıt tarihi : 01/08/09
Yaş : 30
Nerden : Balıkesir/Edremit/iskele

Hz Muhammedin Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz Muhammedin Hayatı   Hz Muhammedin Hayatı Icon_minitimePaz Ağus. 02, 2009 11:36 am

-3- HABEŞİSTAN'A HİCRET-

"Zulme uğradıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri, and olsun ki, dünyada güzel bir yerde yerleştiririz. Âhiret ecri ise daha büyüktür."

(en-Nahl Sûresi, 41)

a) Habeşistan'a İlk Hicret Edenler (615 M.)

Müşriklerin ezâları dayanılmaz bir hal almıştı. Müslümanlar serbestçe ibâdet edemiyorlardı. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.s.) Müslümanların Habeşistan'a hicret etmelerine izin verdi.

Müslümanlar Habeşistan'a iki defa hicret ettiler. İlk defa 12'si erkek, 4'ü kadın 16 kişi Mekke Devri'nin (Peygamberliğin) 5'inci yılında (615 M.) Recep ayında Mekke'den gizlice ayrılarak Kızıldeniz kıyısında birleştiler. Başlarında bir reisleri yoktu. Buradan kiraladıkları bir gemi ile Habeşistan'a geçtiler. İçlerinde, Hz. Osman, eşi Rukiyye, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf ve Abdulllah b. Mes'ûd gibi muhterem zâtlar da vardı.(79)


b) İkinci Habeşistan Hicreti (616 M.)

İlk hicret edenler Habeşistan'da iken inen "en-Necm Sûresi"ni Hz. Peygamber (s.a.s.) Hârem-i Şerifte müşriklere okudu. Bitince, sûrenin sonunda "secde âyeti" bulunduğu için, Allah'a secde etti. Bu sûrenin 19 ve 20'inci âyetlerinde müşriklerin putlarından "Lât, Uzza ve Menât'ın" isimleri de geçtiğinden müşrikler de Hz. Peygamber (s.a.s.)'le birlikte putları için secde etmişlerdi. Bu olay, "Mekkeliler toptan Müslüman oldu" diye bir şâyianın çıkmasına sebep olmuş, bu asılsız şâyia tâ Habeşistan'da duyulmuş, bu yüzden hicret eden Müslümanlar da, Habeşistan'da üç ay kaldıktan sonra dönmüşlerdi.(80) Müslümanlar, Habeşistan'dan döndüklerine pişman oldular. Çünkü müşrikler zulüm ve işkencelerini daha da artırmışlardı. Bu sebeple Müslümanlar, Mekke Devri'nin 7'inci yılında (616 M.) 77'si erkek, 13'ü kadın olmak üzere 90 kişi 2'inci defa Habeşistan'a hicret ettiler. Bu ikinci hicrette kafile başkanı Hz. Ali'nin ağabeyi Câfer Tayyar'dı.(81)


c) Kureyş Elçileri İle Câfer Arasında Geçen Münâzara

Müslümanların Habeşistan'a hicreti, müşrikleri endişelendirdi. Müslümanlığın etrâfa yayılmasından korktular. Hicret eden Müslümanların kendilerine teslim edilmesi için Habeşistan Necâşi'si (82) Ashame'ye kıymetli hediyelerle Amr b. Âs ile Abdullah b. Ebî Rabia'yı elçi olarak gönderdiler.(83) Necâşi Müslümanlarla Kureyş elçilerini huzurunda karşılaştırdı. Müslümanlara:

-"Kureyşliler elçi göndermişler, sizi geri istiyorlar, ne dersiniz" diye sordu. Müslümanların reisi Câfer ayağa kalkarak:

-"Ey hükümdar, sorunuz onlara, biz onların kölesi miyiz?"

Kureyş delegeleri adına Âs oğlu Amr (Amr b.Âs) cevâp veriyordu:

-Hayır, hepsi hürdür.

-Onlara borcumuz mu var?

-Hayır, hiç birinde alacağımız yok.

-Kısas edilmemiz için, onlardan öldürdüğümüz kimse var mı?

-Öyle bir isteğimiz yok.

-O halde bizden ne istiyorlar?

Amr cevap verdi:

-"Bunlar atalarımızın dininden çıktılar, ilâhlarımıza hakaret ettiler, gençlerin inançlarını bozdular, aramıza ayrılık soktular."

Bu iddialara karşı Câfer:

-"Ey hükümdar, biz câhil bir kavimdik. Taştan, ağaçtan yaptığımız putlara tapıyorduk. Kız çocuklarımızı diri diri taprağa gömüyor, ölmüş hayvanların leşlerini yiyorduk. İçki, kumar, fuhuş ve hertürlü ahlâksızlığı yapıyorduk. Hak hukuk tanımıyorduk. Kuvvetliler zayıfları eziyor, zenginler fakirlerin sırtından geçiniyordu.

Cenâb-ı Hakk bizim hidâyetimizi diledi. İçimizden soyu-sopu, asâleti, ahlâk, fazilet ve dürüstlüğü hakkında kimsenin kötü söz edemeyeceği bir Peygamber gönderdi. O bizi puta tapma zilletinden kurtardı. Tek, Allah'ı tanıttı. Yalnız O'na kulluğa çağırdı. Bütün ahlâksızlıklardan uzaklaştırdı. Doğru söylemeği, emâneti gözetmeyi, akrabalık haklarına riâyeti, komşularla hoş geçinmeyi öğretti. Yalan söylemeği, yetim malı yemeği, haksızlık etmeği yasakladı.

Biz O'na inandık. O'nun gösterdiği Hak Dini kabûl ettik. Bu yüzden kavmimizin hakaret ve işkencelerine uğradık. Fakat dinimizden dönmedik. Dayanamaz hâle gelince onlardan kaçıp, sizin himâyenize sığındık..." dedi. Kur'ân-ı Kerim'den âyetler okuyarak herkesi heyacâna getirip ağlattı.(84) Hz. İsâ ve Meryem'le ilgili olarak:

"Meryem çocuğu alıp kavmine getirdi. Onlar: Meryem, utanılacak bir şey yaptın. Ey Harûn'un kızkardeşi, baban kötü bir kimse değildi, annen de iffetsiz değildi... dediler. Meryem çocuğu gösterdi: Biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz... dediler. Çocuk: Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum, bana kitap verdi ve beni Peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni mübârek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekât vermemi ve anneme iyi davranmamı emretti, beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde ve dirileceğim günde bana selâm olsun.. dedi".

İşte hakkında şüpheye düştükleri Meryem oğlu İsâ gerçek söze göre budur." (Meryem Sûresi, 27, 34)

Bu âyetleri dinleyen Habeş hükümdarı:

-"Allah'a yemin ederim ki, bu sözler Hz. İsây'a gelen sözlerle aynı kaynaktan," dedi ve Kureyş elçilerinin teklifini reddetti.(85)

Ertesi gün, Amr Necâşi'nin huzuruna çıkarak:

-"Onlar Hz. İsâ hakkında yakışıksız sözler söylüyorlar", diyerek hükümdarı tahrik etmek istedi. Çünkü Habeş Necâşisi Ashame Hırıstiyandı.

Bu idiaya karşı Câfer:

-"Biz, Hz. İsâ hakkında Cenâb-ı Hak Kur'ân'da ne bildirmişse ancak onu söyleriz" dedi ve sonra şu anlamdaki âyeti okudu.

"Meryem oğlu İsâ Mesih, Allah'ın Peygamberi, Meryem'e ulaştırdığı kelimesidir. O, Allah tarafından bir rûhdur..." (en-Nisâ Sûresi, 171)

Bunun üzerine Necâşi yerden bir çöp alıp göstererek:

"-Hz. İsâ'nın dedikleri ile sizin söyledikleriniz arasında şu çöp kadar bile fark yok. Sizi ve Peygamberinizi tebrik ederim. Şehâdet ederim ki, O zât, hak Peygamberdir. O'nu Hz İsâ müjdelemişti..." dedi. Sonra, Kureyş elçilerine:

"-Peygamberlerini yalanlayan kavmin hediyesi bana lâzım değil," diyerek getirdikleri hediyeleri geri verdi.(86)

Habeşistan'da Müslümanlar güven içinde kaldılar. Bunlardan bir kısmı, Müslümanlar Medine'ye hicret edince Medine'ye gittiler (622 M.). Bir kısmı Hudeybiye barışına kadar orada kaldılar. (628 M.) Câfer'in başkanlığında son 16 kişilik kafile ise Hayber'in fethi esnâsında Medine'ye döndü. (628 M.)

(79) İbn Hişâm, 2/344-353; İbnü'l-Esir, a.g.e., 2/76-77; Zâdü'l-Meâd, 2/117

(80) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/77; İbn Hişâm, 2/3; Zâdü'l-Meâd, 2/118

(81) İbnü'l-Esîr, a.g.e, 2/78.

(82) "Necâşi", Habeş hükümdârlarının ünvanıdır.

(83) İbn Hişâm, 1/356-357; İbnü'l-Esîr, 2/79; Zâdü'l-Meâd, 2/121

(84) İbn Hişâm, 1/359-360; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/79-81; Târih-i Din-i İslâm, 2/216-218

(85) İbn Hişâm, 1/360; Târih-i Din-i İslâm, 2/221

(86) İbn Hişâm, 1/361-362; İbnü'l-Esîr, 2/81
özlemm isimli üye çevrimiçidir (Online)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://korfezforum.yetkin-forum.com
SaGoPa_KaJMeR
Admin
Admin
SaGoPa_KaJMeR


Mesaj Sayısı : 188
Rep : 16
Kayıt tarihi : 01/08/09
Yaş : 30
Nerden : Balıkesir/Edremit/iskele

Hz Muhammedin Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz Muhammedin Hayatı   Hz Muhammedin Hayatı Icon_minitimePaz Ağus. 02, 2009 11:36 am

-4- HZ. HAMZA VE HZ. ÖMER'İN MÜSLÜMAN OLMALARI-

a) Hz. Hamza'nın Müslüman Olması

Hamza, Peygamberimizin amcalarındandır. Süveybe'den O da emdiği için, Rasûlullah (s.a.s.) ile süt kardeştir. Mekke Devri'nin 6'ıncı (616 M.) yılında Müslüman olmuştur.

Peygamberimiz bir gün "Safâ" tepesinde otururken yanından Ebû Cehil geçti. Rasûlullah (s.a.s.)'e çirkin sözlerle hakarette bulundu. Peygamberimiz hiç bir karşılık vermedi.

Hamza o gün ava gitmişti. Dönüşünde, bir câriye, olayı Hamza'ya anlattı. Hamza henüz Müslüman olmamıştı. Yeğenine hakaret edilmesine dayanamadı, silahını çıkarmadan, derhal Kureyşin toplantı yerine gitti. "Kardeşimin oğluna hakaret eden sen misin?" diyerek yayı ile Ebû Cehil'in kafasına vurup yaraladı. Ebû Cehil, "Hamza Müslüman oluverir" korkusu ile ses çıkarmadı. (87) Ebû Cehil'den, Peygamberimize yaptığı hakaretin öcünü alan Hamza, Rasûlullah (s.a.s.)'e giderek O'nu teselli etmek istedi. Rasûlullah (s.a.s.)'in ancak imân etmesi ile memnûn olacağını söylemesi üzerine, şehâdet getirip Müslüman oldu.(88)

Hz. Hamza son derece cesûr, kuvvetli, gözünü budaktan sakınmaz bir kişiydi. Kendisinden üç gün sonra da Ömer Müslüman oldu. Bu ikisinin Müslüman olmalarıyla, Müslümanlar büyük destek buldular.


b) Hz. Ömer'in Müslüman Olması

Hz. Hamza'nın İslâm'ı kabûlü, Müslümanları sevindirmiş fakat müşrikleri telaşlandırmıştı. Kureyş ileri gelenleri "Dârü'n-Nedve" de toplandılar. "Bunlar gittikce çoğalıp kuvvetleniyorlar, çabuk çâresine bakmazsak, ileride önünü alamayacağımız tehlikeler doğar... Buna kesin çâre bulmalayız" dediler. Çeşitli teklifler ortaya atıldı. Ebû Cehil:

"-Muhammed (s.a.s.)'i öldürmekten başka çıkar yol yok. Bu işi yapana şu kadar deve ve altın verelim," deyince Ömer ayağa kalktı:

"-Bu işi ancak Hattâb oğlu yapar"? dedi. Ömer alkışlar arasında yola çıktı. Silahlarını kuşanıp giderken yolda Abdullah oğlu Nuaym'e rastladı. Nuaym:

"-Nereye böyle ya Ömer"? diye sordu. Ömer:

"-Araplar arasına ayrılık sokan Muhammed'in vücûdunu ortadan kaldırmağa"... diye cevâp verdi.

"-Ya Ömer, sen çok zor bir işe kalkışmışsın. Müslümanlar Muhammed (s.a.s.)'in etrafında pervane gibi dönüyor, seni O'na yaklaştırmazlar. Yapabildiğini kabûl etsek, Hâşimoğulları seni yaşatmazlar"... dedi. Ömer bu sözlere kızdı.

"-Yoksa sen de mi onlardansın"? diye çıkıştı. Nuaym:

"-Sen benden önce kendi yakınlarına bak. Enişten Saîd ile kız kardeşin Fâtıma Müslüman oldular," dedi.

Ömer buna hiç ihtimâl vermedi. Fakat içine düşen şüpheyi gidermek için, yolunu değiştirip doğru eniştesi Saîd b. Zeyd'in evine vardı. Bu esnâda içeride Kur'ân-ı Kerîm okunuyordu. Ömer, kapı önünde okunanları işitti. Kapıyı kırarcasına vurdu.

İçerdekiler Ömer'i görünce telaşlandılar. Ömer'in İslâm'a olan düşmanlığını biliyorlardı. Hemen Kur'ân sahifesini sakladılar ve kapıyı açtılar. Ömer:

-"Nedir o okuduğunuz şey"? diye bağırdı. Eniştesi:

-"Bir şey yok", diye cevap verdi. Ömer:

-"İşittiklerim doğruymuş" diyerek, hiddetle eniştesinin üzerine atıldı. Araya giren kız kardeşinin, bir tokatla yüzünü kan içinde bıraktı. Canı yanan kızkardeşi Fâtıma:

-"Ya Ömer, Allah'tan kork. Ben ve eşim Müslüman olduk, bundan gurur duyuyoruz ve senden korkmuyoruz. Öldürsen de dinimizden dönmeyiz"... dedi ve şehâdet getirdi. Yüzü kan içindeki kız kardeşinin bu hâli ve sözleri Ömer'i sarstı, kalbinde bir yumuşama başladı, âdeta yaptıklarına pişmandı. Olduğu yere oturdu:

-"Hele şu okuduğunuz şeyi getirin, göreyim", dedi. Kız kardeşi Kur'ân-ı Kerîm sahifesini O'na verdi. Bu sahife "Tâ Hâ" veya "Hadîd" Sûresinin ilk âyetleriydi. Ömer büyük bir ilgi ile sahifeyi okumaya başladı.

"Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah'ı tesbîh ederler. Yegâne galip ve hikmet sahibi olan O'dur. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur, hem diriltir, hem öldürür. O her şeye hakkıyla kâdirdir. O her şeyden öncedir. Kendisinden sonra hiç bir şeyin kalmayacağı Son'dur, varlığı aşikârdır, gerçek mâhiyeti insan için gizlidir, O her şeyi bilir"... (el- Hadîd Sûresi, 1-3)

Ömer bu âyetleri okuduktan sonra derin bir düşünceye daldı. Allah Kelâmı'nın yüksek mânâ ve fesâhati onun kalbine işlemişti. "Göklerde ve yerde olan şeyler hepsi Allah'ın, bizim putlarımızın bir şeyi yok...," diye düşündü. "Beni Rasûlullah (s.a.s.)'in yanına götürün" dedi O esnada Hz. Peygamber (s.a.s.) Safâ semtinde Erkâm'ın evindeydi.

Ömer'in silahlı olarak geldiğini gören Müslümanlar telaşlandılar. Yalnızca, Hz. Hamza:

-İyilik için gelirse ne âlâ, aksi halde geleceği varsa, göreceği de var, telâşa gerek yok... dedi. Sağından ve solundan iki kişi tutarak Rasûlullah (s.a.s.)'in huzuruna götürdüler. Ömer, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in önünde diz çökerek şehâdet getirdi. Orada bulunanlar sevinçlerinden hep birden tekbir getirdiler. Safâ tepesinde yükselen "Allâhü Ekber" sadâsı ile Mekke ufuklarını çınlattılar.(89)

Ömer:

-"Kaç kişiyiz"? diye sordu.

-"Seninle 40 olduk," dediler. Ömer:

-"O halde ne duruyoruz"? Hemen çıkalım, Harem-i Şerîf'e gidelim, dedi. Bütün Müslümanlar toplu halde Kâbe'ye gittiler.

Kureyş, Dâru'n-Nedve'de sonucu merak içinde beklemekteydi. Müslümanların toplu halde Harem-i Şerîf'e ilerlediğini görünce:

-"İşte Ömer, hepsini önüne katmış getiriyor... " dediler.

Ömer Kureyşlileri görünce:

-"Beni bilen bilsin, bilmeyen öğrensin, Ben Hattab oğlu Ömer'im. İşte Müslüman oldum..." dedi ve şehâdet getirdi. Kureyşliler şaşkına döndüler. Her biri bir tarafa savuştu.

Müslümanlar ilk defa Harem-i Şerîfte saf olup topluca namaz kıldılar.(90)

Hamza ve Ömer'in Müslüman olmalarıyla, İslâm'ın yayılması hız kazandı. Daha önce 6 yılda sayıları ancak 40 kişiye ulaşabilmişken bir yıl sonra Müslümanların sayısı 300'ü geçmiş, bunlardan 90 kişi Habeşistan'a hicret etmişti.

(87) İbn Hişâm, 311-312; İbnü'l-Esîr, 2/83

(88) Târih-i Dini İslâm, 2/228

(89) İbn Hişâm, 1/366-371; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/84-87

(90) Târih-i Din-i İslâm, 2/238-239



5- MÜŞRİKLERİN BOYKOT İLÂNI

a) Müslümanların Muhâsaraya Alınması (616 M.)

Mekke müşrikleri, İslâm nûrunun sönmesi için , ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Alay, hakaret ve işkencenin her çeşidini denediler. Bütün bunlar İslâm'ın yayılmasına, Müslümanların sayılarının günden güne artmasına engel olamıyordu.

Mekke Devri'nin 7'nci yılı (616 M.) Muharrem ayında Kureyş ileri gelenlerinden 40 kişi Ebû Cehil'in başkanlığında toplandılar. Hâşim oğullarıyla alış-veriş yapmamağa, kız alıp-vermemeğe, görüşüp buluşmamağa, ekonomik ve sosyal her türlü ilişkiyi kesmeğe karar verdiler. Bu kararı bir ahidnâme şeklinde yazıp mühürlediler ve bir beze sararak Kâbe'nin içine astılar. Böylece Müslümanları canlarından bezdirip Hz. Peygamberin kendilerine teslim edileceğini umdular. Karara aykırı hiç bir şey yapmayacaklarına dâir yemin ederek karar hükümlerini müsâmahasız uygulamağa başladılar.(91)

Bu karardan sonra, şurada-burada dağınık halde olan bütün Müslümanlar Ebû Tâlib mahallesi'nde Hâşimî'lerle birleştiler. Ebû Leheb, Hâşimî'lerden olduğu halde, müşriklerle beraber oldu ve mahalleden çıktı. Ebû Tâlib, Müslüman olmadığı halde, Müslümanların başına geçti. Hz. Peygamber de üç yıldan beri ikamet etmekte olduğu Erkâm'ın evinden, Ebû Tâlib Mahallesine taşındı. Müslümanlar burada üç yıl (616-619 M.) abluka altında kaldılar.


b) Acıklı Günler

Müslümanlar abluka altında kaldıkları bu üç yıl içinde çok sıkıntı çektiler. Yeteri kadar erzâk temin edemedikleri için, açlıktan ağaç yapraklarını yediler. Bazı küçük çocuklar, gıdasızlıktan öldü. Ebû Cehil gece-gündüz Ebû Tâlib Mahallesi'ne girip çıkanları kontrol ediyor, mahalleye gizlice yiyecek maddesi sokulmasına imkân vermiyordu. Hamza ve Ömer gibi cesûr olanların dışında kimse çarşıya çıkıp alış-veriş yapamıyordu. Sa'd İbn Ebî Vakkas, bir defa bulduğu bir deri parçasını ıslatmış, ateşte kavurarak yemişti. Kadınların ve çocukların açlıktan feryatları mahalle dışından duyuluyordu. Müslümanlar yıllık yiyecek ve diğer ihtiyâçlarını ancak "eşhür-i hurum" denilen kan dökülmesi yasak dört ayda (Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep) temin etmeğe çalışıyorlardı. Peygamber Efendimiz de dâvet ve tebliğ vazifesini, özellikle Mekke'ye dışarıdan gelenlere ancak bu aylarda yapabiliyordu. Müslümanlar üç yıl süren bu boykot esnâsında dayanılmaz sıkıntılara katlandılar. Fakat Kureyş bundan da hiç bir netice alamadı.


c) Boykot Anlaşması'nın Yırtılması

Müslümanların bu acıklı durumu müşriklerden bazı insaflı kimseleri de rahatsız etmeğe başladı. Hişâm b. Amr, Züheyr b. Ebî Ümeyye, Mut'im b. Adıy, Ebu'l-Bahterî, Zem'a b. Esved ve Adıy b. Kays bu kararı bozmak üzere anlaştılar.(92) Kureyş'in toplu bulunduğu bir anda Harem-i Şerîf'e gittiler. İçlerinden Züheyr:

-"Ey Kureyş topluluğu, şu yaptığımız şey, insanlığa yakışmaz. Biz her imkândan yararlanırken, bizim kabilemizin bir kolu olan Hâşimoğullarının aç bırıkılması insâfla bağdaşmaz. Bu kararın bozulması gerekir... Yemin ederim ki bu zâlim ahidnâme yırtılmadıkça buradan ayrılmıyacağım." diye söze başladı. Ebû Cehil, Züheyr'i susturmak istediyse de, diğerleri de onu destekledikleri için muvaffak olamadı.(93)

Esâsen Kâbe' ye astıkları bu ahidnâmenin ağaç kurtları tarafından yendiğini Hz. Peygamber (s.a.s.) haber vermişti. Bir köşede oturmakta olan Ebû Tâlib de:

-"Gidin, bakın. Eğer yeğenimin sözü doğru çıkmazsa ben her istediğinize râzıyım. Ama doğru ise sizin de bu zulme son vermeniz gerekir." demiş, bu haber bütün Mekke'de yayılmıştı. Gerçekten, ahidnâmeyi yırtmak için ellerine aldıklarında, bütün yazıların kurtlar tarafından yenilmiş olduğunu gördüler.(94) Müslümanlar Mekke Devri'nin 10'uncu yılında böylece bu korkunç boykottan kurtulmuş oldular.


(91) el-Buhârî, 2/158; Tecrid Tercemesi, 6/132 (Hadis No: 786); İbnü'l-Esîr, 2/87; Târih-i Din-i İslâm, 2/243-246; İbn Kayyım, Zâdü'l-Meâd, 2/122

(92) İbn Hişâm, 2/14-17; İbnü'l-Esîr, 2/ 88; Târih-i Din-i İslâm, 2/200-252

(93) İbn Hişâm, 2/15-16; İbnü'l-Esîr, 2/89.

(94) İbn Hişâm, 2/16; İbnü'l-Esîr, 2/89-90; Zâdü'l-Meâd, 2/123; Tecrid Tercemesi, 6/133
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://korfezforum.yetkin-forum.com
SaGoPa_KaJMeR
Admin
Admin
SaGoPa_KaJMeR


Mesaj Sayısı : 188
Rep : 16
Kayıt tarihi : 01/08/09
Yaş : 30
Nerden : Balıkesir/Edremit/iskele

Hz Muhammedin Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz Muhammedin Hayatı   Hz Muhammedin Hayatı Icon_minitimePaz Ağus. 02, 2009 11:37 am

- İSRÂ VE MÎRÂC MÛCİZESİ (Receb 621 M)-

a) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Mîrâcı

İkinci Akabe görüşmesinden sonra, Mekke Devri'nin 11'inci yılı Recep ayının 27'inci gecesi (Hicretten 19 ay önce) Peygamber Efendimizin "İsrâ ve Mîrâc" mûcizesi gerçekleşti.

İsrâ, gece yolculuğu ve gece yürüyüşü; Mîrâc ise, yükseğe çıkmak ve yükselme âleti demektir. Bu büyük mûcize, gecenin bir bölümünde cereyân ettiği ve Rasûlullah (s.a.s.) bu gece semâlara ve yüce makamlara yükseldiği için bu mûcizeye "İsrâ ve Mîrâc" denilmiştir.

Kur'ân-ı Kerîm'de el-İsrâ Sûresi'nin 1'inci âyetinde:

"Kulu Muhammed (s.a.s.)'i, bir gece Mescid-i Harâm'dan, kendisine bir kısım âyetlerimizi göstermek için, etrâfını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah'ın şânı ne yücedir. Doğrusu O işitir ve görür." buyrulmuştur.

Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in Mekke'deki Mescid-i Harâm'dan Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya olan mîrâcı, yukarıda anlamı yazılan âyet-i kerime ile sâbittir. Mescid-i Aksâ'dan semâlara ve yüce makamlara yükseldiğini ise, Peygamber Efendimizden nakledilen sahîh hadîs-i şerîflerden öğrenmekteyiz. Hadîs-i şerîflerde anlatılanların özeti şöyledir.(114)

Rasûlullah (s.a.s.) bir gece Kâbe'nin "Hatîm" denilen kısmında iken, Cebrail'in getirdiği "Burak" denilen bineğe binerek Kudüsteki Mescid-i Aksâ'ya gelip burada namaz kılmıştır. Buradan da "Mîrâc" denilen âlete binerek, semâlara yükselmiştir. 1'inci semâda Hz. Âdem, 2'inci semâda Hz. Yahyâ ve Hz. İsâ, 3'üncü semâda Hz. Yûsuf, 4'üncü semâda Hz. İdrîs, 5'inci semâda Hz. Harûn, 6'ıncı semâda Hz. Mûsâ ve 7'inci semâda Hz. İbrâhim ile görüştü. Bunlardan her biri Rasûlullah (s.a.s.) 'i selâmlayıp tebrik ettiler, "hoşgeldin sâlih kardeş," dediler.

Daha sonra "Sidretü'l-müntehâ"ya yükseldi. Orada kazâ ve kaderi yazan kalemlerin çıkardıkları sesler duyuluyordu. Sidretü'l-müntehâ'dan ötesi, sözle anlatılması mümkün olmayan bir âlemdi. Buraya kadar beraber oldukları Cebrâil de buradan öteye geçememiş, "benim için burası sınırdır, parmak uçu kadar daha ilerlersem, yanarım..." demiştir

Mîrâcta Cenab-ı Hakk, sevgili Peygamberine nice âlemler gösterdi. Kuluna vahyedeceğini vâsıtasız vahyetti. Bu makamda Hz. Peygamber (s.a.s.)'e üç şey verildi.(115)

1) Beş vakit namaz farz kılındı.(116)

2) Bakara Sûresi'nin son iki âyeti (Amene'r-rasûlü...) vahyedildi.

3) Ümmetinden şirk koşmayanların Cennet'e girecekleri müjdesi verildi.


b) Mîrâc Mûcizesine Karşı Müşriklerin Tutumu

Peygaber Efendimiz, mîrâcı ve mîrâcda gördüklerini ertesi sabah anlattı. Mü'minler Rasûlullah (s.a.s.)'i tasdik ve tebrik ettiler. Müşrikler ise inkâr ettiler. Bir gecede Kudüs'e gidip gelmek imkânsız bir şey, dediler. İçlerinde Kudüs'e gitmiş ve Mescid-i Aksâ'yı görmüş olanlar vardı.

- Mescid-i Aksânın kaç kapısı var? Şurası nasıl, burasında ne var? diye Rasûlullah (s.a.s.)'i soru yağmuruna tuttular.(117)

Hz. Peygamber bu konuyu daha sonra şöyle anlatmıştır:

"Kureyş bana seyâhat ettiğim yerler, özellikle Mescid-i Aksâ ile ilgili öyle şeyler sordular ki, İsrâ gecesi bunlara hiç dikkat etmemiştim. Fakat Cenâb-ı Hakk, benimle Beyt-i Makdis arasındaki mesâfeyi kaldırdı. Ne sordularsa, oraya bakarak cevâp verdim".(118)

Bu durumda ne yapacaklarını şaşıran müşrikler Hz. Ebû Bekir'e koştular. Muhammed dün gece Kudüs'e gidip geldiğini, göklere çıktığını... söylüyor. Buna da mı inanacaksın, dediler. Ebû Bekir, hiç tereddüt göstermeden:

"Bunu O söylemişse inandım gitti. Ben O'nu bundan daha önemli olan konularda tasdik ediyorum. Akşam- sabah göklerden vahiy geldiğini söylüyor, buna inanıyorum..." dedi. Bu yüzden Hz. Ebû Bekir'e "Sıddîk" denildi.

Ehli- sünnet bilginlerinin çoğunluğuna göre, İsrâ ve Mîrâc aynı gecede; Rasûlullah (s.a.s.) 'in rûh ve vücuduyla birlikte uyanık hâlde iken olmuştur. İsrâ ile Mîrâcın ayrı gecelerde olduğunu, rüyâ hâlinde ve rûhâni olarak vuku bulduğunu kabûl eden bilginler de vardır; fakat bunların sayısı azdır.(119)

c) Mîrâc'ta Teşri Kılınan Hükümler

Kur'ân-ı Kerîm'de, Mirâc'ın en yüksek hâli anlatılırken:

"(Rabbına) iki yay kadar veya daha da yakın oldu. Allah Kulu'na vahyettiğini o anda vahyetti..." (en Necm Sûresi, 9-10) buyrulmaktadır.

Bu âyetlerden Rasûlullah (s.a.s.)'e, Mîrâc'ta pek çok esrâr ve maârifin bildirildiği anlaşılmaktadır.

Baştan sona Mîrâc ve Mîrâc'ta teşri kılınan hükümlerin anlatıldığı el-İsrâ Sûresi'nin 80'inci âyetinde Hz. Peygamber (s.a.s.)'e: "Rabbim, beni şerefli bir girişle (Medine'ye) koy, sâlim bir çıkışla da (Mekke'den) çıkar" diye dua etmesi emredilerek yakında hicretine izin verileceğini; 81 'inci âyetinde ise:

"De ki: Hakk geldi, bâtıl yok olup gitti, esâsen bâtıl yok olmağa mahkûmdur" buyurularak çok yakında İslâm'ın küfre galebe çalacağına, neticede Mekke'nin Rasûlullah (s.a.s.) tarafından fethedilip Kâbe'nin putlardan temizleneceğine işâret olunmuştur. Yine aynı sûrenin 23-29'uncu âyetlerinde dinin temelini teşkil eden hükümler yer almıştır. Bu âyetlerin anlamları şöyledir:

"Rabb'ın şunları kesinlikle hükmetti: Kendisinden başkasına kulluk etmeyin. Ana-babaya iyilik edin. Onlardan biri veya her ikisi, senin yanında ihtiyarlayacak olursa, onlara "öf" bile deme, onları azarlama, her ikisine de hep tatlı söyle. Onlara şefkatle tevâzu kanadını ger ve 'Rabbım, onlar, küçükken beni nasıl ihtimâmla yetiştirmişlerse, sen de kendilerini öylece esirge..' diye onlar için duâ et.

Rabbınız, içinizdekini en iyi bilendir. İyi kimseler olursanız, kendisine yönelip tevbe edenleri bağışlar.

Hısıma, yoksula, yolda kalmışa, herbirine hakkını ver. Elindeki malını saçıp savurma, saçıp savuranlar, şüphesiz şeytânla kardeş olmuşlardır. Şeytân ise Rabb'ına karşı son derece nankördür.

Rabbından umduğun rahmeti elde etmek için hak sahiplerinden yüz çevirmek zorunda kalırsan, bâri onlara yumuşak söz söyle (sert davranma).

Elini boynuna bağlayıp cimrilik etme, onu büsbütün açıp hepsini de saçma. Yoksa pişmân olur, açıkta kalırsın,

Şüphesiz Rabb'n, dilediği kimsenin rızkını genişletir, dilediğininkini daraltır, ölçü ile verir. O, kullarını gören ve her şeyden haberdâr olandır.

Çocuklarınızı yoksulluk korkusu ile öldürmeyin. Onları da sizi de Biz rızıklandırırız. Şüphesiz ki onları öldürmek büyük bir suçtur.

Sakın zinâya yaklaşmayın. Doğrusu bu çirkindir ve çok kötü bir yoldur.

Allah'ın harâm kıldığı cana, haklı bir sebep olmadıkça kıymayın. Haksız yere öldürülen kimsenin velisine bir yetki vermişizdir. Artık o da öldürmekte aşırı gitmesin. Çünkü o, ne de olsa yardım görmüştür.

Erginlik çağına ulaşıncaya kadar, yetîmin malına, en güzel şeklin dışında yaklaşmayın. Bir de verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen sözde sorumluluk vardır.

Ölçtüğünüz zaman ölçeği tam yapın, doğru terâzi ile tartın. Bu daha iyi ve sonuç bakımından daha güzeldir.

Bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz ve kalb, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.

Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü ne yeri delebilir, ne de boyca dağlara ulaşabilirsin, (onlarla büyüklük yarışı yapabilirsin). Rabb'ının katında bunların hepsi, beğenilmeyen kötü şeylerdir.

Bunlar Rabb'ının sana bildirdiği hikmetlerdir. Sakın Allah'la beraber bir başka tanrı edinme. Yoksa kınanmış ve kovulmuş olarak Cehennem'e atılırsın." (İsra Sûresi, 23-29).

Bu âyetlerdeki ilâhî emirler şöylece özetlenebilir:

1) Allah'tan başkasına kulluk etmeyin,

2) Anne-babaya iyi muâmele edin,

3) Hısıma,yoksula, yolda kalmışa haklarını verin,

4) Ne hasis, ne cimri, ne de müsrif (savurgan) olun,

5) Çocuklarınızı öldürmeyin,

6) Zinâya yaklaşmayın,

7) Haklı bir sebep olmadıkça cana kıymayın,

Cool Daha iyiye götürmek amacı dışında yetim malına yaklaşmayın,

9) Verdiğiniz sözü yerine getirin, sözünüzde durun,

10) Ölçü ve tartıyı tam yapın,

11) Hakkında bilginiz olmayan şeyin peşine düşmeyin,

12) Yeryüzünde kibir ve azametle yürümeyin, alçak gönüllü olun.


(114) Bkz. Buhârî, 1/91-93 ve 4/247-250; Tecrid Tercemesi, 218-232 (Hadis No: 227) ve 10/60-80; (Hadis No: 1550-1552)

(115) Müslim, 1/157, (K.el-İmân, B.,76, Hadis No: 173/279)

(116) Mîrâc'dan önce namaz, akşam va sabah olmak üzere günde iki vakit kılınıyordu. "Ey örtüsüne bürünen Peygamber! Kalk, azâb ile korkut. Rabbinin adını (namazda tekbir ile) yücelt..." (Müddessir Sûresi, 1-3) anlamındaki âyetler inince, Rasûlüllah (s.a.s.) Cibril (a.s.)'ın târifi ile abdest alıp namaz kılmıştır. Rasûlüllah (s.a.s.)'in Cibril'e uyarak kıldığı bu ilk namaz, sabah vaktinde kılınmıştır. Aynı gün akşam namazını Hz. Hatice ile cemâatle kıldılar. Ertesi gün bu cemâate Hz. Ali, daha sonra Hz. Ebû Bekir ve Zeyd b. Hârise de katıldı. Böylece, (Mîrâc'da 5 vakit namaz farz kılınmadan önce) Risâletin başlangıcından itibâren Rasûlüllah (s.a.s.) ve Müslümanlar, akşam ve sabah olmak üzere, günde iki vakit namaz kılıyorlardı.

Bu iki vakit namazdan başka, "Müzzemmil Sûresi"nin ilk âyetleri ile "gece namazı" farz kılınmıştı. Müslümanlar geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılıyorlardı. Gece namazı bir sene kadar farz olarak devâm ettikten sonra, aynı sûre'nin son âyeti (Müzzemmil Sûresi, 20) ile farziyeti kaldırıldı, nâfile (tatavvu) namaz oldu. Mîrâc'da farz kılınan 5 vakit namaz ile bütün bu namazlar kaldırıldı. Ancak, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e hâs, ona âit olmak üzere gece namazının farziyeti devâm etti. (Bkz. İsrâ Sûresi, 79; Tecrid Tercemesi, 2/231-232, Hadis No: 227'nin açıklaması; Tahir Olgun, İbâdet Târihi, 28-38, İst., 1946)

(117) Tecrid Tercemesi, 10/64

(118) Buhârî, 4/248;Müslim, 1/157; (K.el-İmân, B., 75); Tecrid Tercemesi, 10/63. (Hadis No: 1550)

(119) Bkz. Zâdü'l-Meâd, 2/126-127
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://korfezforum.yetkin-forum.com
SaGoPa_KaJMeR
Admin
Admin
SaGoPa_KaJMeR


Mesaj Sayısı : 188
Rep : 16
Kayıt tarihi : 01/08/09
Yaş : 30
Nerden : Balıkesir/Edremit/iskele

Hz Muhammedin Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz Muhammedin Hayatı   Hz Muhammedin Hayatı Icon_minitimePaz Ağus. 02, 2009 11:37 am

VI- MEDİNEYE HİCRET-

"Rabb'ım, beni şerefli bir girişle (Medineye) koy, sâlim bir çıkışla da (Mekke'den) çıkar".

(el-İsrâ Sûresi, 80)


1- MÜSLÜMANLARIN MEDİNE'YE HİCRETLERİ

Hicret bir yerden başka bir yere göç etme demektir. Müşriklerin zulümleri yüzünden Mekke'de Müslümanlar barınamaz hâle gelmişlerdi. Bu sebeple 2'inci Akabe Bîatında Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Müslümanların Medine'ye hicretleri de kararlaştırılmıştı. Rasûlullah (s.a.s.) "Sizin hicret edeceğiniz yerin iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi..."(120) diyerek Müslümanların Medine'ye hicretlerine izin verdi. 2'inci Akabe Bîatı, Peygamberliğin 12'nci yılının son ayı olan Zilhicce'de yapılmıştı. 13'üncü yılın ilk ayı Muharrem'de (Temmuz 622) Medine'ye hicret başladı. Mekke'den Medine'ye ilk hicret eden, Beni Mahzûm'dan Abdülesed oğlu Ebû Seleme(121), en son hicret eden ise Rasûlullah (s.a.s.)'in amcası Abbâs'tır.

Mekke'nin fethine kadar geçen süre içinde, dini uğruna, evini-barkını, malını-mülkünü, âilesini, kabîlesini, akrabasını, bütün varlığını Mekke'de bırakarak Rasûlullah (s.a.s.)'in müsâdesiyle Medine'ye göç eden Mekke'li Müslümanlara "Muhâcirûn" adı verilmiştir.

Medine'de muhâcirleri misâfir eden, onlara bütün imkânları ile yardımcı olan Medine'li Müslümanlara da "Ensâr" denilmiştir. Muhâcirûn ve Ensâr, Kur'ân-ı Kerîm'de bir çok vesîlelerle övülmüşlerdir.(122)

Muharrem ve safer aylarında Müslümanlar, âileleri ile birlikte hicret ettiler. Birer, ikişer, gizlice Mekke'den ayrılıp Medine'ye gittiler. Ensâr tarafından Medine civârındaki "Avâlî" denilen köylere yerleştirildiler.

Hz. Ömer Mekke'den gizli ayrılmadı. Kılıcını kuşandı, Kâbe'yi tavâf etti. Bütün müşriklere meydan okuyarak:

İşte ben Medine'ye gidiyorum. Analarını ağlatmak, karılarını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyenler peşime düşsün... dedi. Ömer'in hicreti Hz. Peygamber (s.a.s.)'in hicretinden 15 gün kadar önce olmuştu.

Kısa zamanda, Mekke'li Müslümanların hemen hepsi Medine'ye göç etti. Yalnızca Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali'yi Rasûlullah (s.a.s.) Mekke'de alıkoymuştu.(123) Ebû Bekir hicret için izin istediğinde, Rasûlullah (s.a.s.):

"Acele etme, Allah sana hayırlı bir arkadaş verecek..." diyerek hicretini geciktirmiştil(124). Mekke'de müslümanlıkları yüzünden âileleri tarafından hapsedilmiş olanlar ile köle ve câriyelerden başka Müslüman kalmamıştı. Rasûlullah (s.a.s.) düşmanları arasında, en büyük tehlike karşısında yapayalnız bulunuyordu.

(120) el-Buhârî, 4/ 255; Tecrid Tercemesi, 10/86

(121) İbn Hişâm, 2/112; Zâdü'l-Meâd, 2/136; Tarîh-i Din-i İslâm, 2/320

(122) Bkz. el-Enfâl Sûresi 72, 74; Tevbe Sûresi, 20, 100; Nahl Sûresi, 41,110; Hac Sûresi, 58; Haşr Sûresi, 9; Fetih Sûresi, 10,18, 29,

(123) Zâdü'l-Meâd, 2/136

(124) el-Buhârî, 4/255; İbn Hişâm, 2/ 124; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/101
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://korfezforum.yetkin-forum.com
SaGoPa_KaJMeR
Admin
Admin
SaGoPa_KaJMeR


Mesaj Sayısı : 188
Rep : 16
Kayıt tarihi : 01/08/09
Yaş : 30
Nerden : Balıkesir/Edremit/iskele

Hz Muhammedin Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz Muhammedin Hayatı   Hz Muhammedin Hayatı Icon_minitimePaz Ağus. 02, 2009 11:37 am

2- HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)'İN HİCRETİ-

a) Dâru'n-Nedve'nin Korkunç Kararı

Akabe görüşmeleri ile Müslümanlık Medine'de yayılmağa başlamış, müşrikler korktuklarına uğramışlardı. Üstelik Mekke'deki Müslümanlar da Medine'ye göç etmişlerdi. Şimdi Hz. Muhammed (s.a.s.)'de Medine'ye gider, Müslümanların başına geçerse, Mekke'lilerin Şam ticâret yolu kapanabilirdi. Mekke müşrikleri Müslümanlara son derece kötü davranmışlar, târihte eşine ender rastlanan işkence ve hakarette bulunmuşlardı. Bunlar Medine'lilerle birleşip, kuvvetlendikten sonra kendilerinden öç alabilirlerdi. Esâsen Mekke'lilerle Medine'liler arasında, öteden beri geçimsizlik vardı. Çünkü Mekke'liler Adnânîlerden; Medine'liler ise Kâhtânîlerdendi. Durumun ciddiliğini anlayan Kureyş müşrikleri, Mekke'de yapayalnız kalan Peygamber Efendimize ne yapmak gerektiğini kararlaştırmak üzere Dâru'n-nedve'de toplandılar. Toplantıda Ebû Cehil, Ebû Süfyan, Ebu'l-Bahterî, Utbe b. Rabîa, Cübeyr b. Mut'im, Nadr b.Hâris, Ümeyye b.Halef, Hakim b.Hızâm...... gibi Mekke ileri gelenlerinin hemen hepsi vardı. Müslümanlık tehlikesinin önlenmesiyle ilgili çeşitli fikirler ileri sürdüler. İçlerinden Ebûl Bahteri:

- Muhammed (s.a.s.)'i bağlayıp her tarafı kapalı bir yerde ölünceye kadar hapsedelim, dedi. Amr oğlu Hişâm:

- O'nu bir deveye bindirip Mekke'den çıkaralım, uzak yerlere sürelim, dedi. Ebû Cehil ise:

- Kureyş'in bütün kollarından birer temsilci seçelim. Bunlar aynı anda hücûm edip Muhammed (s.a.s.)'i bir hamlede öldürsünler. Kimin vurduğu, kimin darbesiyle öldüğü belli olmasın. Böylece kanı bütün Kureyş kabîlesine dağılsın, Hâşimîler bütün Kureyş kollarına karşı çıkamayacaklarından kan davasına kalkışamazlar. Çâresiz diyete (kan bedeline) râzı olurlar. Bu iş böylece kapanır... dedi. Ebû Cehil'in teklifi ittifakla kabûl edildi. Diğer teklifler beğenilmedi. Hemen Kureyş kollarında 40 yeminli kişi seçip toplantıyı bitirdiler.(125)

Müşriklerin Dâru'n-Nedve'deki bu konuşma ve plânları el-Enfâl Sûresi'nin 30'uncu âyetinde şöyle özetlenmektedir.

"Ya Muhammed, hatırla şu zamanı ki, inkâr edenler (Mekke müşrikleri) seni bir yere kapatmak veya (hepsi birden) öldürmek yahut da (Mekke'den) çıkarmak için sana tuzak hazırlıyorlardı. Onlar sana tuzak kurarken, Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Allah tuzakların en iyisini kurar."


b) Rasûlullah (s.a.s.)'in Evinin Müşrikler tarafından Kuşatılması

Müşriklerin bu korkunç plânını Cebrâil (a.s.) Peygamber Efendimize haber verdi. "Bu gece, her zaman yatmakta olduğun yatağında yatmayacaksın, evini terkedeceksin..." dedi. Böylece Rasûlullah (s.a.s.)'e de hicret için izin verildi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Hz. Ali'yi çağırdı.

"Ben Medine'ye gidiyorum. Sen bu gece benim yatağımda yat, hırkamı üstüne ört. Müşrikler beni yatıyor sansınlar, onlara bir şey sezdirme. Sabahleyin şu emânetleri sâhiplerine ver.(126) Ondan sonra sen de hemen gel" dedi.

Ortalık kararınca, Kureyş'in seçme cânileri evin etrâfını sardılar.(127) Sabahleyin evinden çıkarken hep birden saldırıp öldüreceklerdi. Hz. Ali, Rasûlullah (s.a.s.)'in yatağına yattı. Hz. Peygamber (s.a.s.) eline bir avuç kum alıp, evini çeviren müşriklerin üzerine saçtı. Saçılan kum taneleri cânilerden herbirine isâbet etmiş, hepsi de derin bir uykuya dalmışlardı. Rasûlullah (s.a.s.) "Yâ-Sîn Sûresi"nin başından:

"Biz onların önlerine ve arkalarına birer sed çektik, böylece gözlerini perdeledik. Onlar artık elbette görmezler" anlamındaki 9'uncu âyetine kadar olan kısmı okuyarak, aralarından geçip gitti.(128) Müşrikler Hz. Muhammed (s.a.s.)'in yatağında yattığını sanıyorlardı. Sabahleyin, yatakta yatanın Ali olduğunu görünce, donakaldılar, ne yapacaklarını şaşırdılar; hiddetlerinden çıldıracak hâle geldiler. Hemen her tarafı aramağa koyuldular. Mekke'yi alt üst ettiler. Fakat Hz. Peygamber yoktu.

Muhammed (s.a.s.)'i bulana 100 deve verilecek, diye ilân ettiler. Bu haber duyulunca, ne kadar mâceracı, cânî, katil varsa, hepsi etrâfa yayıldı. Mekke'de ve Mekke dışında, harıl harıl Hz. Peygamber (s.a.s.)'i arıyorlardı.

Rasûlullah (s.a.s.), gece evinden ayrıldıktan sonra Kâbe'yi tavâf etti. "Ey Mekke, sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı ve bana en sevimli yerisin; eğer çıkmak zorunda bırakılmasaydım, senden ayrılmazdım", dedi.(129) Ertesi gün öğle sıcağında Hz. Ebû Bekir'in evine vardı. Allah'ın emri ile, berâber hicret edeceklerini bildirdi. Hz. Ebû Bekir, sevinç göz yaşları ile, 4 aydır dışarıya bırakmayıp, ağaç yaprakları ile beslemekte olduğu iki cins devesini işâret ederek:

Dilediğini seç, Yâ Rasûlallah, dedi. Rasûlullah (s.a.s.) bedelini ödeyerek devenin birini aldı.

Rasûlullah (s.a.s.) ve Ebû Bekir için hazırlanan yol azığı bir dağarcığa konuldu. Ebû Bekir'in kızı Esmâ, belindeki bez kemeri ikiye ayırıp bir parçası ile bu dağarcığın ağzını bağladığı için Esma'ya "Zâtü'n-nitâkayn" (iki kemerli) ünvânı verild.(130/1)


c) Mağarada Gizlenmesi

Gece olunca, her ikisi evin arka penceresinden çıktılar. Ayakkabılarını çıkarıp, ayaklarının uçlarına basarak ıssız yollardan Mekke'nin güneyine doğru ilerlediler. 1.5 saat (3 mil) mesafede Sevr Dağı'nın tepesindeki mağaraya vardılar. Kureyşin araması bitinceye kadar, (perşembeyi cumaya bağlayan geceden pazar gününe kadar) üç gün bu mağarada gizlendiler.

Ebû Bekir'in oğlu Abdullah, geceleri mağaraya gelip Mekke'de olup biteni anlatıyor, ortalık ağarmadan gene Mekke'ye dönüyordu. Kölesi Âmr b. Füheyre de koyunlarını otlatırken akşamları Sevr dağına götürüp onlara süt veriyordu.

Peygamber Efendimizi ve Ebû Bekir'i arayanlar, iz sürerek, nihâyet Sevr'deki mağaranın ağzına kadar geldiler. Ayak sesleri ve konuşmaları içeriden duyuluyordu. Hz. Ebû Bekir, başını kaldırdığı zaman onların ayaklarını görmüş ve heyecanla:

-"Yâ Rasûlallah, eğilip baksalar, bizi görecekler, demişti, bunun üzerine Peygamber Efendimiz:

-"Korkma, Allah'ın yardımı bizimledir.(130/2) İki yoldaş ki, üçüncüsü Allah'tır, hiç endişe edilir mi?" buyurdu.(131)

Tâkipçiler Sevr dağı'na henüz çıkmadan, bir örümcek mağaranın ağzına ağ örmüş, bir çift beyaz güvercin yuva yapıp yumurtlamıştı. Bu durumda Kureyşliler mağaranın içine bakmanın ahmaklık olacağını düşünerek bırakıp gittiler.(132)

Kureyşlilerin aramaları üç gün sürdü. Peygamber Efendimiz ile Ebû Bekir Mekke'de iken Abdullah b. Uraykıt adında henüz müslüman olmamış, fakat son derece emîn bir şahsı kılavuz olarak kiralayıp develeri de ona teslim etmişlerdi.(133) Kılavuz Abdullah, üç gün sonra, dördüncü günün (Pazar) sabahı develeri mağaraya getirdi. Devenin birine Rasûlullah (s.a.s.) ile Ebû Bekir diğerine ise kılavuz Abdullah ile Ebû Bekir'in kölesi Âmir b. Füheyre bindiler. Sâhili takibederek Medine'ye doğru 24 saat hiç dinlenmeden yol aldılar Deve yürüyüşü ile 13 günlük olan Medine yolunu 8 günde katederek 12 Rabiulevvel/23 Eylül 622 pazartesi günü Kuba'ya ulaştılar.

Rasûlullah (s.a.s.)ilk vahiy Hîra (Nûr) dağı'ndaki mağarada gelmişti. Hira'daki mağara ile Sevr'deki mağara arasında geçen müddet, Rasûlullah (s.a.s.) 'in Peygamberlik hayatının Mekke Devri'ni teşkil etmişti. Sevr dağı'ndaki mağaradan başlayan hicret ise, Mekke Devri'nin sonu, Medine Devri'nin başı olmaktaydı.


d) Rasûlullah (s.a.s.)'i Tâkibedenler

Hicret yolculuğunda Peygamber Efendimiz iki önemli takiple karşılaştı.

Müdliçoğullarından Sürâka, Kureyş'in ilân ettiği mükâfâtı ele geçirmek hevesiyle, kendi bölgelerinden geçmiş olan hicret kafilesini tâkibe koyuldu. Atını dört nala sürerek Rasûlullah (s.a.s.) ve arkadaşlarına yaklaştığı sırada, atı sürçüp kapaklandı. Kendisi de yere yuvarlandı. Yeniden atına binip koşturdu. Tam yaklaştığı sırada, atının ön ayakları kuma saplandığı için, yine düştü. Atını zorlukla kurtardı. Sürâka'nın morali iyice bozulmuştu. Rasûlullah (s.a.s.)'den özür diledi. Yazılı bir emânnâme alarak geri döndü; diğer tâkipçileri de "ben aradım, boşuna yorulmayın, bu tarafta yok..." diyerek geri çevirdi.(134)

Eslemoğullarından Büreyde de, Kureyşin ilân ettiği mükâfâtı alabilmek için Rasûlullah'ı tâkibe başlamıştı. Fakat ilk görüşte, yanındakilerle beraber Müslüman oldu. Daha sonra başındaki beyaz sarığı çözerek mızrağının ucuna bağladı. "Sizin gibi şanlı bir kafile bayraksız gitmez. İzin verirseniz ilk alemdârınız olayım" diyerek ta Kuba Köyü'ne kadar Rasûlullah (s.a.s.)'e bayraktarlık yaptı.

Daha sonra, Şam'dan Mekke'ye dönmekte olan bir ticâret kafilesine rastladılar. Kafilede bulunan, ilk 8 Müslümandan Avvâm oğlu Zübeyr, Rasûlullah (s.a.s.) ve Ebû Bekir'e beyaz elbiseler giydirdi.(135) Ve Medine'lilerin kendilerini sabırsızlıkla beklediklerini haber verdi.

Rasûlullah (s.a.s.)'ın yola çıktığı Medine'de duyulmuştu. Bu yüzden Medineliler, Rasûlullah (s.a.s.)'i karşılamak üzere her sabah şehir dışına çıkıp bekliyorlardı. 12 Rabiulevvel /23 Eylül 622 Pazartesi günü yine öğleye kadar beklemişler, sıcak bastırınca ümitlerini kesip dönmüşlerdi. Bu esnâda bir iş için evinin yüksek kulesinden etrafı seyreden bir Yahûdî, beyazlar giyinmiş bir kafilenin uzaktan gelmekte olduğunu gördü ve yüksek sesle:

İşte günlerdir yolunu beklediğiniz devletli geliyor, diye haykırdı.


(125) Bkz. İbn Hişâm, 2/125-126, İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/102; Zâdü'l-Meâd, 2/ 136-137; Tecrid Tercemesi, 10/87-88

(126) Mekke'de en güvenilir kimse olduğu için, bütün Mekkeliler en değerli şeylerini Hz. Peygamber (s.a.s.)'e emânet ederlerdi. Bu güvenirliği yüzünden O'na "Muhammedü'l-Emin" diyorlardı. (İbn Hişâm, 2/129)

(127) Bu câniler arasında:Ebû Cehil, Hakem b.el-Âs, Ukbe b. Ebî Muayt, Nadr b. Hâris, Ümeyye b. Halef, Zem'a b.Esved ve Ebû Leheb de vardı. (Tecrid Tercemesi, 10/88; Târih-i Din-i İslâm,2/32)

(128) Kur'ân-ı Kerîm'de bu olaya işâretle: (Habibim, bir avuç kumu onların üzerine) attığın zaman sen atmadın, ancak Allah attı, hedeflerine O ulaştırdı. (el-Enfâl Sûresi, 17) buyrulmuştur.

(129) İbn Mâce, 2/1037 (Hadis No: 3108), Kahire, 1378/1953; Tirmizi, 5/722 (Hadis No: 3925), Kahire, 1385/1965; Asr-ı Saâdet, 1/294

(130/1) Tecrid Tercemesi, 8/415 (Hadis No: 125) ve 10/100 (Hadis No : 1ğ)

(130/2) et-Tevbe Sûresi, 40

(131) el-Buhârî, 4/263; Tecrid Tercemesi, 10/119 (Hadis No: 1557)

(132) Zâdü'l-Meâd, 2/137; Târih-i Din-i İslâm 2/330; M. Hamîdullah, İslâm Peygamberi, 1/124

(133) Zâdü'l-Meâd, 2/137

(134) el-Buhârî, 4/256-257; Tecrid Tercemesi, 10/102-104; (Hadis No: 1ğ)

(135) el-Buhârî, 4/257; Tecrid Tercemesi, 10/105 (Hadis No: 1ğ)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://korfezforum.yetkin-forum.com
SaGoPa_KaJMeR
Admin
Admin
SaGoPa_KaJMeR


Mesaj Sayısı : 188
Rep : 16
Kayıt tarihi : 01/08/09
Yaş : 30
Nerden : Balıkesir/Edremit/iskele

Hz Muhammedin Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz Muhammedin Hayatı   Hz Muhammedin Hayatı Icon_minitimePaz Ağus. 02, 2009 11:38 am

3- MEDİNE'YE VARIŞ-

a) Hz. Peygamber (s.a.s.) Kuba'da

Medineliler derhal silahlanarak, bir bayram sevinci içinde yollara döküldüler. Rasûlullah (s.a.s.)'i Medine'ye bir saat uzaklıkta Kuba Köyünde karşıladılar. Rasûlullah (s.a.s.) burada Amr b. Avf Oğulları'nda 14 gece misâfir kaldı.(136) Bu esnâda Kur'ân-ı Kerîm'de "takvâ üzere yapıldığı" bildirilen Kuba Mescidi'ni binâ etti ve burada namaz kıldı.(137)

Rasûlullah (s.a.s.)'den 3 gün sonra tek başına yola çıkmış olan Hz. Ali de, gündüzleri gizlenip, geceleri yürüyerek, Kuba'da iken kafileye yetişti.


b) İlk Cuma Namazı ve İlk Hutbe

14 gün sonra, bir cuma günü Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz devesine bindi. Karşılamağa gelenlerle muhteşem bir alay içinde Medine'ye hareket etti. Yolda "Sâlim b. Avf oğulları"na âit "Rânûnâ Vâdisi"nde öğle vakti oldu. Rasûlullah (s.a.s.) burada arka arkaya iki hutbe okuyarak ilk Cuma Namazını kıldırdı.

İlk hutbede Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra:

Ey nâs, ölmeden önce Allah'a tevbe ediniz, fırsat elde iken iyi işlere koşunuz. Allah'ı çok anmak, gizli ve âşikâr çok sadaka vermek sûretiyle O'nunla aranızdaki bağı kuvvetlendiriniz. Böyle yaparsanız, rızıklandırılır, yardım görürsünüz, kaçırdıklarınızı tekrâr elde edersiniz.

Biliniz ki, Cenab-ı Hakk, içinde bulunduğum yılın bu ayında, bugün şu bulunduğum yerde Cuma namazını kıyâmete kadar, üzerinize farz kıldı. Hayâtımda veya benden sonra, -âdil veya zâlim- bir imamı olduğu halde, önemsiz gördüğü veya inkâr ettiği için kim bu namazı terkederse, Allah onun iki yakasını bir araya getirmesin ve hiç bir işine hayır vermesin. Biliniz ki, böylesinin, tevbe etmedikçe, ne namazı, ne zekâtı, ne haccı, ne orucu, ne de herhangi bir iyiliği Allah katında bir değer taşır. Ancak, kim tevbe ederse Allah tevbesini kabûl eder.(138)

Ey Nâs, kendinize âhiret için azık hazırlayıp önceden gönderin. Hepiniz ölecek ve sürünüzü çobansız bırakacaksınız. Sonra Rabbınız, -arada tercümân veya perdedâr olmaksızın- bizzat:

- Sana benim peygamberim gelip haber vermedi mi? Ben sana mal vermiş, ihsânda bulunmuştum. Sen bunlardan âhiretin için ne gönderdin? diye soracaktır. O kimse sağına, soluna bakacak, hiç bir şey göremeyecek. Sonra önüne bakacak, orada Cehennem'i görecek. Öyleyse yarım hurma ile de olsa, kendini ateşten korumağa gücü yeten, bunu yapsın. Buna gücü yetmeyen, bâri güzel sözle kendini kurtarsın. Çünkü bir iyiliğe 10'dan 700 katına kadar sevap verilir. Allah'ın selâm ve rahmeti üzerinize olsun.(139)

Rasûlullah (s.a.s.) birinci hutbeyi böylece bitirdikten sonra ikinci hutbede de şunları söylemiştir.

Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder. O'ndan yardım dileriz. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü işlerimizden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidâyet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola koyamaz.

Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. O birdir, eşi , ortağı ve benzeri yoktur.

Sözlerin en güzeli, Allah Kitabı (Kur'ân-ı Kerîm) dir. Allah'ın kalbini Kur'ân ile süslediği, küfürden sonra İslâm'a soktuğu, Kur'ân'ı diğer sözlere tercîh eden kimse felâh bulup kurtulmuştur.

Allah'ın sevdiğini seviniz. Allah'ı bütün kalbinizle (can ve gönülden) seviniz. Allah Kelâmı Kur'an'dan ve zikrinden usanmayınız.

Allah'ın Kelâmına karşı kalbiniz katılaşmasın.

Yalnız Allah'a kulluk edip ibâdetinizde O'na hiç bir şeyi ortak yapmayınız. O'ndan hakkıyla sakınınız. Yaptığınız iyi şeyleri dilinizle doğrulayınız. Aranızda Allah'ın rahmet ve merhametiyle sevişiniz. Allah'ın selâm ve rahmeti üzerinize olsun.(140)


c) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Medine'de Karşılanışı

Cuma namazından sonra Rasûlullah (s.a.s.) Medine'ye hareket etti.(141) Medine, târihinin en önemli gününü yaşıyordu. Halk bayram sevinci içinde, Kuba'dan itibâren yolu iki taraflı doldurmuştu. Kadınlar şiirler söylüyor, çocuklar "Rasûlullah geldi, Rasûlullah geldi" diye bağrışıyor, küçük kızlar def çalarak şenlik yapıyorlardı. Medine halkı, Rasûlullah (s.a.s.)'in gelişinden duyduğu sevinci, hiç bir şeyden duymamıştı.

Herkes Peygamber Efendimizi kendi evinde misâfir etmek istiyor, "Ey Allah'ın Rasûlü, bize buyurunuz... "diyerek deveyi durdurmak istiyorlardı. Rasûlullah (s.a.s.) ise, kimseyi gücendirmemek için devesini serbest bırakmıştı.

- "Siz deveyi kendi hâline bırakınız. O memurdur, emrolunduğu yere gider," diyerek dâvet edenlerden izin istiyordu. Nihâyet deve, hâlen "Mescidü'n-Nebi"nin bulunduğu boş arsada çöktü, Rasûlullah (s.a.s.) inmedi. Deve kalkarak bir kaç adım gittikten sonra geri dönüp ilk çöktüğü yere yeniden çöktü, bir daha kalkmadı. Rasûlullah (s.a.s.) üzerinden inerek:

- "Akrabamızdan en yakın kimin evi?" diyerek etrâfındakilere sordu. Zeyd oğlu Hâlid.(142)

- İşte evim, işte kapısı, buyurunuz Yâ Rasûlallâh... diyerek Rasûlullah (s.a.s.)'i dâvet etti. Peygamber Efendimiz böylece Hz. Hâlid'in misâfiri oldu. Bu misâfirlik "Mescidü'n-Nebî"nin inşâatı tamamlanıncaya kadar 7 ay devam etti.(143)


(136) el-Buhârî, 1/11; Tecrid Tercemesi, 2/306 (Hadis No: 270

(137) (Hicretin) ilk gününde, takva temeli üzerine kurulan (Kuba'daki)Mescidde namaz kılman daha uygundur. Bu mescidde temiz olmayı sevenler vardır. Allah da temiz olanları sever. (et-Tevbe Sûresi, 108)

(138) İbn Mâce, es-Sünen, 1/343, (Hadis No: 1081); Tecrid Tercemesi, 3/63, (Hadis No: 487'nin izâhı)

(139) İbn Hişâm, 2/146; Şerafettin Yaltkaya, Hatiplik ve Hutbeler, 22; Kısas-ı Enbiyâ, 1/176; Asr-ı Saâdet, 2/828

(140) İbn Hişâm, 2/147; Hatiplik ve Hutbeler, 22, 24; Kısıs-ı Enbiyâ, 1/177; Asr-ı Saâdet, 2/829

(141) Medine'nin eski adı Yesrib'ti. Rasûlüllah (s.a.s.) hicret edip yerleştikten sonra "Peygamber Şehri" anlamında "Medinetü'n-Nebî" denildi. Daha sonra kısaltılarak sâdece Medinetü'l Münevvere denilmiştir.

(142) Hâlid b. Zeyd Ebû Eyyûb el– Ensâri, Neccâr oğullarından ve Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib'in annesi Selmâ Hatun'un âilesindendir. Müslüman Araplar tarafından yapılan ilk İstanbul kuşatmasında bulunmuş ve şehit düşmüştür. Fâtih, İstanbul'u fethedince Hz. Hâlid'in kabrini buldurmuş, hâlen ziyâret edilmekte olan türbesini yaptırmıştır. İstanbul'da türbenin bulunduğu semt (Eyyüb), adını onun isminden almıştır.

(143) İbn Hişâm, 2/143
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://korfezforum.yetkin-forum.com
SaGoPa_KaJMeR
Admin
Admin
SaGoPa_KaJMeR


Mesaj Sayısı : 188
Rep : 16
Kayıt tarihi : 01/08/09
Yaş : 30
Nerden : Balıkesir/Edremit/iskele

Hz Muhammedin Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz Muhammedin Hayatı   Hz Muhammedin Hayatı Icon_minitimePaz Ağus. 02, 2009 11:40 am

-MEDİNE DEVRİ-

"Doğrusu inanıp hicret edenler Allah Yolunda mallarıyla, canlarıyla cihâd edenler ve muhâcirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar birbirlerinin dostudurlar."

(el-Enfâl Sûresi, 72)


1- MEDİNE'DE GENEL DURUM


Medine, Mekke'nin kuzeyinde, üç tarafı dağlarla çevrili, güneyi ise ovalık bir şehirdir. Havası güzel, toprağı zirâate elverişli, hurmalıkları boldur.

Rasûlullah (s.a.s.)'in hicreti esnâsında, Medine'de Evs ve Hazrec adlı iki Arap kâbilesi ile, Kaynuka, Nadîr ve Kurayzaoğulları adlı üç Yahûdi kabîlesi vardı. Arap kabileleri buraya "Seylü'l-arim" denilen sel felâketinden sonra Yemen'den; Yahûdîler ise, Romalıların Kudüs'ü işgal ve tahriplerinden sonra Kudüs'ten gelip yerleşmişlerdi.

Başlangıçta, bir müddet Araplarla Yahûdîler iyi geçinmişlerse de, Yahûdîlerin çıkarcı davranışları yüzünden zamanla araları açılmış, Arablar Yahûdîleri yenerek Medine'de hâkim duruma gelmişlerdi. Fakat çok geçmeden Yahûdîlerin entrikaları ile birbirlerine düştüler ve iki kardeş kabîle uzun yıllar birbirleriyle savaştılar. Bu savaşların en sonuncusu Buâs Harbi'dir. Hicretten yaklaşık 5 yıl önce sona eren ve bazı fâsılalarla tam 120 yıl süren bu savaşta her iki taraf da büyük kayıp vererek zayıf düşmüşlerdir. Bu yüzden, Hicret esnâsında Yahûdîler, özellikle iktisâdî yönden Medine'de hâkim durumda bulunuyorlardı.

Evs ve Hazrec kabîleleri, aralarındaki bu düşmanlığın ancak Rasûlullah (s.a.s.)'in hakemliği, İslâm'ın getirdiği adâlet, sevgi ve kaynaşma ile ortadan kalkabileceğini anlayarak Müslümanlığa sımsıkı bağlandılar. Gerçekten Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Medîne'ye gelmesiyle, bu iki kardeş kabile arasında asırlarca sürmüş olan kin ve düşmanlıktan eser kalmamıştır.(144)


2- MESCİD-İ NEBÎ'NİN İNŞÂSI

Hicret esnâsında Medîne'de câmi yoktu. Rasûlullah (s.a.s.) namaz vaktinde nerede bulunursa namazı orada kıldırırdı. İlk mescid, hicretin ilk günlerinde Kuba'da yapıldı.

Hicret sırasında, Rasûlullah (s.a.s.)'in devesinin çöktüğü, Halid b. Zeyd'in evinin karşısındaki boş arsaya mescid yapılacaktı. Neccâroğullarından iki yetim çocuğa âit olan bu arsayı, Neccâroğulları hibe etmek istedilerse de Peygamber (s.a.s.) Efendimiz kabûl etmedi. Bedeli olan 10 miskal (40.9 gr) altını Hz. Ebû Bekir ödedi.

Arsada müşrik kabirleri, yabâni hurmalar ve engebeler vardı. Kabirler başka yere nakledildi. Hurma ağaçları kesildi, çukurlar düzlendi. Mescid'in yapımında bizzât Rasûlullah (s.a.s.)'de bir işçi gibi çalıştı. Temeli taştan, duvarları kerpiçten, direkleri hurma ağaçlarından yapıldı. Üzeri de hurma dallarıyla örtüldü; zemini ise topraktı. Kıblesi Kudüs'e doğru olan bu mescid'in, biri mihrab'ın karşısındaki ana kapı, biri Rasûlullah (s.a.s.)'in evine açılan kapı, diğeri de "Bab-ı Rahmet" denilen kapı olmak üzere üç kapısı vardı. Kıble'nin değişmesinden sonra, ana kapı ile mihrap yer değiştirdiler.(145/1)


3- HÂNE-İ SAÂDET'İN İNŞÂSI ve RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'İN HZ. ÂİŞE İLE EVLENMESİ

İnşâsı 7 ay süren Mescid'in bir tarafına Rasûlullah (s.a.s.) ve âilesinin ikameti için odalar (hücreler) yapıldı. Bu odaların sayısı daha sonra dokuza çıkmıştır. Odalardan her birinin genişliği 3-3,5 arşın, uzunluğu 5 arşın, yüksekliği ise bir adam boyu kadardı. Hz. Aişe, Safiyye ve Sevde'nin odaları Mescid'in güneyinde; Ümmü Seleme, Ümmü Habibe, Meymûne, Cüveyriye, Zeyneb bt. Cahş ve Zeyneb bt. Huzeyme'nin odaları ise Mescidin kuzeyinde bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.s.)'in hâlen "Kabr-i Saâdet"inin bulunduğu yer, Hz. Âişe'ye tahsis edilen oda idi.

Mescid ve hücrelerin yapımı tamamlanınca, Hz. Peygamber (s.a.s.) misâfir kaldığı Halid b. Zeyd'in evinden buraya taşındı. Evlâtlığı Zeyd b. Hârise ve Ebû Râfi'i Mekke'ye gönderip kendi âilesi ile Ebû Bekir'in âilesini de Medine'ye getirtti. Kendi âilesi, Hz. Hatice'nin vefâtından sonra evlendiği Zem'a kızı Hz. Sevde ile kızları Ümmü Gülsüm ve Fâtıma idi. Kızlarından Rukiyye daha önce eşi Hz. Osman'la birlikte hicret etmişti. Diğer kızı Zeyneb, kocası henüz müşrik olduğu için gelemedi.(145/2) (Zeyneb, Bedir savaşından sonra hicret edebildi)

Ebû Bekir'in âilesi ise, karısı Ümmü Rumân ile çocukları Abdullah, Esmâ ve Âişe'den ibâretti. Bunlarla berâber Zeyd b. Hârise'nin eşi Ümmü Eymen ile oğlu Üsâme de Medine'ye geldiler.

Hz. Ebû Bekir'in kızı Âişe ile Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) hicretten önce Mekke'de iken nişanlanmışlardı. Hicretten 8 ay sonra, Şevval ayında Medine'de evlendiler. Böylece, Rasûlullah (s.a.s.) ile Hz. Ebû Bekir arasındaki mânevi bağ, akrabalık bağı ile daha da kuvvetlenmiş oldu.

Hz. Âişe son derece zeki, bilgili ve kültürlü bir hanımdı. Dinî hükümlerin, Müslüman kadınlara öğretilmesinde büyük gayreti yanında, özellikle Rasûlullah (s.a.s.)'in ev ve âile hayatıyla ilgili bilgileri Müslümanlar O'ndan öğrenmişlerdir. Kendisinden 2210 hadis rivâyet edilmiştir.


4- SUFFE ASHÂBI (ASHÂB-I SUFFE)

Mescid'in bir tarafına da, etrâfı açık, üstü hurma dallarıyla örtülü bir gölgelik, (çardak, suffe) yapıldı. Evi ve âilesi olmayan fakir Müslümanlar burada kaldıkları için onlara "Ashâb-ı Suffe" denilmiştir.

Suffe ashâbı son derece fakirdi. İş buldukları zaman çalışırlar, diğer zamanlarda Mescidde ilim ve ibâdetle meşgul olurlardı. Burası İslâm Târihinde ilk yatılı öğretmen okulu durumundaydı. Bu okulun dershanesi mescid, yatakhanesi suffe, öğrencileri suffe ashâbı, öğretmenleri de bizzat Rasûlullah (s.a.s.) idi. Medine'nin dışında yeni Müslüman olan topluluklara İslâm'ı öğretmek üzere bir öğretmen göndermek gerektiğinde, bunlar arasından gönderiliyordu. Sayıları 70 ile 400 arasında değişen Suffe ashâbının ihtiyaçları, ashâbın zenginleri tarafından karşılanıyordu. Rasûlullah (s.a.s.) her akşam bunlardan bir kısmını kendi sofrasına alır, bir kısmını da ashâb arasına dağıtırdı. Getirilen sadakaları tamamen bunlara gönderir, kendisine gelen hediyelerden de suffe ashâbı için hisse ayırırdı.(146/1) Rasûlullah (s.a.s.)'den en çok hadis rivâyet etmiş olan Ebû Hüreyre de suffe ashâbındandı.


5- FARZ NAMAZLARIN DÖRT REKAT OLMASI

Mirâctan önce Müslümanlar akşam ve sabah olmak üzere iki vakit namaz kılıyorlardı. Beş vakit namaz mirâcta farz kılındı. Ancak, Hicretten önce, akşam namazının farzı üç rekât, diğer vakitlerin hepsi de ikişer rekâttı, Hicretten sonra, öğle, ikindi ve yatsı namazlarının farzları dört rekâta çıkarıldı. Sefer zamanlarında ise ilk farz kılındığı sayıda bırakıldı.(146/2)


6- EZÂN'IN MEŞRÛİYETİ

Mescid-i Nebi'nin inşâsı bittikten sonra, namaz vakitlerinin Müslümanlara duyurulmasına ihtiyaç duyuldu. Çünkü, namaza erken gelenler vaktin girmesini bekleyip işlerinden kalıyorlar; geç gelenler ise cemâate yetişemedikleri için üzülüyorlardı.

Rasûlullah (s.a.s.) vahiy gelmeyen konularda ashâbı ile istişâre ederdi.(147) Bu konuda yapılan istişâre esnâsında, namaz vakitlerinin "çan veya boru çalınarak, ateş yakılarak, yüksek bir yere bayrak çekilerek duyurulması" teklifleri yapıldı. Rasûlullah (s.a.s.), "çan çalmak Hristiyanların, boru çalmak Yahûdîlerin, ateş yakmak Mecûsîlerin âdetidir." diyerek kabûl etmedi. Bayrak çekme teklifi de beğenilmedi. İstişâre sonunda hiç bir şeye karar verilemedi.

Ensârdan Zeyd oğlu Abdullah, rüyâsında elinde nâkûs (çan) bulunan birini görmüş, namaz vakitlerini duyurmak için bu nâkûsu satın almak istemiş, Rüyâsında gördüğü bu zât ona:

-"Ben sana daha güzelini öğreteyim" diyerek ezân lafızlarını söylemiş. Abdullah uyanınca, Rasûlullah (s.a.s.)'e gelerek rüyasında gördüklerini haber verdi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):

-"İnşâllah hak rüyâdır. Bilâl'in sesi seninkinden gür. Gördüğünü ona öğret. Namaz vaktinde ezânı o okusun", buyurdu. Bilâlin okuduğu ezân, Medine'nin her tarafından duyuldu. Aynı rüyâyı Hz. Ömer de görmüş, fakat Abdullah daha önce haber vermişti.(148) Daha sonra Bilâl, sabah ezânlarına "es-salâtü hayrun minen-nevm" (namaz uykudan hayırlıdır.) cümlesini de eklemiştir.

Ezân, şeâir-i İslâmiye'dendir. Vâcib derecesinde kuvvetli bir sünnetdir. Yalnız rüyâ ile değil, Rasûlullah (s.a.s.)'in sünneti ve daha sonra inen âyetlerle de sâbittir.(149)


7- ENSÂR İLE MUHÂCİRLER ARASINDA KARDEŞLİK

Mekke'li Müslümanlar, dinleri uğrunda bütün servet ve varlıklarını Mekke'de bırakmışlar, Medine'ye hicret ederek muhâcir olmuşlardı. Medineli Müslümanlar, onları kendi nefislerine bile tercih ederek, her türlü yardımı yapmışlar, onların bütün ihtiyâçlarını karşılamışlardı.(150) Fakat muhâcirler, ensâr'a yük oluyoruz, kendi kazancımız yok, diye üzülüyorlardı.

Rasûlullah (s.a.s.) muhâcirlerin bu üzüntüsünü gidermek, aradaki sevgi ve samimiyeti güçlendirmek, herhangi ayrılık belirtisini önlemek için Hicretin 7'inci ayında muhâcirlerle ensârı, Mâlik oğlu Enes'in evinde topladı.(151) Burada, bir muhâciri, bir ensârla kardeş yaparak 90 (veya 360 kişi asarında kardeşlik bağı kurdu.(152) Ensâr, muhâcir kardeşlerini alıp evlerine götürdüler Mallarına ortak ettiler. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'e başvurarak:

-Ya Rasûlallah, hurmalıklarımızı, muhâcir kardeşlerimizle aramızda paylaştır... dediler. Rasûlullah (s.a.s.):

-Hayır, mülkiyet size âit. Muhâcir kardeşlerinizle birlikte çalışacak, mahsûlü paylaşacaksınız... buyurdu.(153/1) İki taraf buna râzı oldular. Kardeşler birbirlerine o derece bağlandılar ki, başlangıçta, zev'il-erhâmdan önce birbirlerine mirâsçı bile oldular.(153/2)

Ensâr'dan Reb'i oğlu Sa'd, muhâcir Avf oğlu Abdurrahman'a:

-Ben malca ensârın en zenginiyim. Rasûlullah (s.a.s.) ikimizi kardeş yaptı. Malımın yarısı senindir. İki zevcem var, dilediğini boşayacağım. Onu da nikâhlarsın... dedi. Abdurrahman:

-Allah malını da, zevceni de sana mübârek kılsın. Benim bunlara ihtiyâcım yok. Sen bana çarşıyı göster... dedi.(154)

Abdurrahman ticârete başladı, kısa zamanda zengin oldu. Muhâcirlerin büyük kısmı ticâretle hayatlarını kazandılar.

Ensâr ve muhâcirlerden belirli kimseler arasında Hz. Peygamber tarafından yapılan kardeşlik, daha sonra "Mü'minler ancak kardeştirler"(el-Hucurât Sûresi, 10) âyet-i celîlesiyle genişledi. Fakat bu kardeşliğin, mirâsla ilgili hükmü, Bedir Savaşı'ndan sonra "...Akraba olanlar (mîrâs hususunda) Allah'ın Kitabında mü'minlerden ve muhâcirlerden daha yakındır.." (el-Ahzâb Sûresi, 6) ve "Allah'ın Kitâbında (mirâs hususunda) hısımlar birbirlerine daha yakındır." (el-Enfâl Sûresi, 75) ayet-i kerimeleri ile kaldırıldı.(155/1) Çünkü muhâcirler, çalışıp ticâret yaparak ilk sıkıntılı günlerinden kurtuldular. Bedir Savaşı ganimetlerinden de yararlandıktan sonra, artık ensârın yardımına ihtiyaçları kalmadı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://korfezforum.yetkin-forum.com
SaGoPa_KaJMeR
Admin
Admin
SaGoPa_KaJMeR


Mesaj Sayısı : 188
Rep : 16
Kayıt tarihi : 01/08/09
Yaş : 30
Nerden : Balıkesir/Edremit/iskele

Hz Muhammedin Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz Muhammedin Hayatı   Hz Muhammedin Hayatı Icon_minitimePaz Ağus. 02, 2009 11:40 am

8- MÜSLÜMANLARLA YAHÛDÎLER ARASINDA VATANDAŞLIK ANLAŞMASI

Rasûlullah (s.a.s.) Mekkeli muhâcirlerle, Medineli ensârı kardeş yaparak birbirlerine bağladıktan sonra, Medine'yi dış düşmanlara karşı müştereken savunmak üzere muhâcirler, ensâr ve Medine'deki Yahûdîler arasında yazılı bir "vatandaşlık anlaşması" yaptı. Bu anlaşmaya göre:

a) Diyet ve fidyelere ait kurallar, eskiden olduğu şekilde devam edecek:

b) Yahûdîler kendi dinlerinde serbest olacaklar;

c) Müslümanlarla Yahûdîler, barış içinde yaşayacaklar,

d) İki taraftan biri, üçünçü bir tarafla savaşırsa, diğer taraf yardımcı olacak,

e) Taraflardan biri Kureyşle dostluk kurmayacak ve onları himâyesine almayacak,

f) Dışardan bir tecâvüz olursa, Medine müştereken savunulacak,

g) İki taraftan biri, üçüncü bir tarafla sulh yaparsa, diğer taraf bu sulhü tanıyacak,

h) Müslümanlarla Yahûdîler arasında çıkacak her türlü anlaşmazlıkta Hz. Peygamber (s.a.s.) hakem kabûl edilecekti. (155/2)


9- MEDİNE'DE MÜSLÜMANLARIN DURUMU

Müslümanlar Medineye göç etmekle rahata kavuşmuş olmadılar. Bir bakıma tehlike ve düşmanları daha da çoğaldı. Hicretten önce karşılarında düşman olarak yalnızca Mekke müşrikleri vardı. Hicretten sonra puta tapıcı müşrikler, münâfıklar ve Yahûdîler olmak üzere üç sınıf düşmanla karşı karşıya geldiler.

a) Puta tapıcı müşrik Arablar: Arabistan'ın çeşitli bölgelerinde Kâbe'yi ve putlarını ziyârete gelen Arab kabîleleri sâyesinde bol kazanç elde eden Mekkeliler, maddî çıkarlarını putperestliğin yaşamasında gördükleri için, Müslümanlığa düşman olmuşlar, Müslümanları yok etmek için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı. Müslümanlığın, Şam ticâret yolu üzerinde bulunan Medine'de yayılması da onların işine gelmedi. Bu sebeple hicretten sonra, Müslümanların peşini bırakmadılar. Müslümanlığı henüz kuvvetlenmeden yok edebilmek için her tedbire başvurdular.

b) Yahûdîler: Evs ve Hazrec kabîleleri arasındaki anlaşmazlığı körükleyerek onları zayıf düşürüp, Medine'de ekonomik yönden hâkim duruma gelen Yahûdîlerin de, Müslümanlık menfaatlerine uygun gelmemişti. Hz. peygember (s.a.s.) Efendimiz bunlardan gelecek tehlikeleri önlemek için Yahûdî kabîlelerinin her biriyle ayrı ayrı anlaşmalar yapmıştı. Fakat, bunlar anlaşmalara sâdık kalmıyorlar, Kureyş kabîlesi ve Müslümanlara düşman olan diğer unsurlarla işbirliği yapıyorlardı.

c) Münâfıklar: Hicretten önce Hazrec kabîlesinin ileri gelenlerinden Übeyy oğlu Abdullah'ın (Abdullah b. Übeyy b. Selûl) Hazrec kabîlesine reis olması kararlaştırılmıştı. Taraftarları ona süslü bir taç bile hazırlamışlardı. Müslümanlığın Medine'de süratle yayılması ve Rasûlullah (s.a.s.)'in hicret etmesi, Abdullah'ın reisliğine engel oldu. Bu yüzden Abdullah ve taraftarları Müslümanlığa düşman oldular. Fakat mücâdele ve bozgunculuklarını daha etkili yapabilmek için, imân etmedikleri halde Müslüman göründüler. Böylece bir de "Münafıklar zümresi" meydana geldi. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bunları bilyor, fakat ayıplarını yüzlerine vurmuyordu.

Mekkeli müşrikler, Medine'deki Yahûdîlerle münâfıkları, Müslümanlara karşı el altından devâmlı teşvik ve tahrik ediyorlar, Medine etrafındaki müşrik Arab kabîleleriyle anlaşmalar yaparak Medine'ye baskın yapmağa hazırlanıyorlardı. Münâfıkların reisi Übeyy oğlu Abdullah'a bir mektup yazarak:

"Siz Muhammed (s.a.s.)'in yurdunuzda barınmasına izin verdiniz. O'nu ya öldürmez veya bize teslim etmez, yahut da Medine'den çıkarmazsanız hepinizi öldürmek, esir etmek ve kadınlarınıza tecâvüzde bulunmak üzere Medine'yi basacağız" (156/1) diye münâfıkları bile tehdit etmişlerdi. Medine'lilerin gözlerini korkutmak ve Müslümanlara yardımcı olmaktan vazgeçirmek için bir defa da Câbir oğlu Kürz komutasındaki bir çete ile Medine'lilerin mer'ada otlamakta olan hayvanlarını sürüp götürmüşlerdi.

Görüldüğü üzere Müslümanlar, Medine'ye hicretten sonra da güven içinde olmadılar. Bu yüzden Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Medine'nin savunmasıyla ilgili bütün tedbirleri aldı. Medine'deki Yahûdîler ve Medine etrâfındaki müşrik Arab kabîleleri ile saldırmazlık anlaşmaları yaptı. Etrafa seriyyeler (küçük askeri birlikler) göndererek, düşmanın hareketlerini kontrol altına aldı. Mekkelilerin Şam ticâret yolunu kapattı. Müşriklerin gece baskını ihtimâline karşı geceleri Medine sokaklarında ashâb nöbet tuttu. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bile ancak kapısında nöbet beklendiği zamanlarda endişesiz uyuyabiliyordu.(156/2)


10- İLK NÜFUS SAYIMI

Savunma ile ilgili alınan tedbirler arasında, Müslümanların sayısını bilmeğe de lüzûm görüldüğünden, Rasûlullah (s.a.s.) "Bana Müslüman olduklarını söyleyenlerin isimlerini yazınız," buyurmuştur. Sayım sonunda Medine'de 1500 müslüman bulunduğu anlaşılmıştır.(157)


11- İLK SERİYYELER

Rasûlullah (s.a.s.) düşmanın hareketini kontrol altında tutmak, Medine'yi muhtemel bir tecâvüzden korumak için, civârdaki bazı bölgelere "keşif kolları" (seriyye) göndermiş, fakat kendilerine silahlı tecavüz olmadıkça çarpışma izni vermemiştir.

Hicretin ilk yılında üç seriyye gönderilmiştir. İlk seriyye, Hz Peygamber (s.a.s.)'in amcası. Hz. Hamza komutasındaki 30 kişilik seriyyedir. İslâm'da ilk sancak bu seriyyeye verilmiştir.

2'inci seriyye, Rasûlullah (s.a.s.)'in amcalarından Hâris'in oğlu Ubeyde komutasında; 3'üncüsü ise Sa'd b. Ebî Vakkas komutasında gönderilmiştir.

Bunlar Kureyş kervanlarını takip için gönderilmişlerdi. İlk iki seriyyede karşılaşma olduğu halde çarpışma olmamıştır. Sadece Sa'd b. Ebî Vakkas, ikinci seriyye'de bir ok atmıştır ki İslâm'da Allah yolunda atılan ilk ok budur.

Bu seriyyeler, hicretin 7-8 ve 9' uncu (Ramazan, Şevval ve Zilkade) aylarında gönderilmiştir.

Seriyye: Rasûlullah (s.a.s.)'in kendisinin bulunmadığı küçük harp müfrezesi demektir. Rasûlullah (s.a.s.)'in katıldığı ve bizzât idare ettiği askeri harekâta ise "Gazve" denir. Seriyyeler, genellikle gece çıkarılan ve sayıları 5-400 arasında değişen askeri birliklerdir. Gazvelerin sayısı 19'dur. Seriyyelerin sayısı daha çoktur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://korfezforum.yetkin-forum.com
 
Hz Muhammedin Hayatı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» H.Z NUH ' UN HAYATI
» DJ'lik Hayatı
» h.z isanın hayatı
» h.z suleymaN IN hayatı
» h.z hızır ın hayatı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
korfezforum.zforum.biz :: İslam ve Din :: Hz. Muhammed(s.a.v.)-
Buraya geçin: